Hadislere Güven

Tarihe nasıl güvenilebilir? Tarihi, şahsî garez ve hedefleri esasınca tahrif etmiş ve uydurmuş olabilirler. O halde hadislere nasıl güvenilebilir? Tarihe özellikleriyle yansıyan bireylerin gerçekte lanse edildikleri gibi olmamaları mümkün müdür? O halde hadislere nasıl güvenilebilir?

Hadislere Güven

Hadislere Güven

  

Soru

Tarihe nasıl güvenilebilir? Tarihi, şahsî garez ve hedefleri esasınca tahrif etmiş ve uydurmuş olabilirler. O halde hadislere nasıl güvenilebilir? Tarihe özellikleriyle yansıyan bireylerin gerçekte lanse edildikleri gibi olmamaları mümkün müdür? O halde hadislere nasıl güvenilebilir?

Kısa Cevap

Tarihe güvenmek bir ölçüye kadar çağdan çağa, zamandan zamana ve nesilden nesile intikal eden şöhret, karine ve deliller aracılığıyla hâsıl olur. Tarihte yer alan bazı hadise ve vakıaların deyim yerindeyse tevatür derecesinde birçok delil ve karineleri mevcuttur ve bundan ötürü bunların doğruluğundan çok az insan şüphe etmektedir. Hatta tarihsel vakıaların bazı örneklerinde tahrif ve uydurma ihtimali olsa bile bu bizim hadislere güvenimizi hiçbir şekilde zedelemez. Çünkü rical ilminde doğru sözlü ve güvenilir aktarıcıları tanımak, zayıf aktarıcıları dışlamak ve hadis metnini korumak maksadıyla hadisleri imam ve âlimlere sunmak, nüshaların mukayesesi, hadis nakletme izni, fihrist metodu ve benzeri yöntemler tedvin edilmiştir. Bu nedenle genellikle Şia kaynaklarda ve özellikle dört kitapta (Kâfi, Tehzib, İstibsar ve Men La Yehduruhu el-Fakih) bugün toplanmış rivayetlerin çoğu değerlendirilmiş ve senedi sahih ve muteber olanları belirlenmiştir. Buna ek olarak âlimler, müçtehitler ve özellikle de rical ve diraye ilmi uzmanları uydurulmuş ve kusurlu rivayetleri tespit etme yönünde duraksamamış ve Kur’ân’dan sonra İslâm mektebinin en büyük sermayesi olan hadisleri korumak ve süzmek doğrultusunda uyanık muhafızlar gibi her zaman büyük çabalar sarf etmişlerdir.

Ayrıntılı Cevap

Giriş

Tarih, geçmişten haberdar olma ilmidir. Bundan dolayı bazı yerlerde bizim için bir öğretmen olabilir. Bir tarihçi sapmadan ve yanlış yola girmeden tarihi beyan etmeye çok dikkat etmelidir. İbn Haldun gibi tarihçilerin belirttiği üzere tarihe olan güvenimiz şu yolla hâsıl olur: Bir tarihçi tarihsel bir hadise veya vakıayı nakletmeden önce ilk başta naklettiği şeyin aklî kaide ve usullerle ve de ilgili fertlerle uyuşup uyuşmadığını belirlemek için tüm boyutlarını inceler. Örneğin tarih boyunca beyan edilen bir takım rakamlar bazı hususlarda akılla bağdaşmamaktadır.

Velhasıl tarihçi tarihi beyan etme noktasında dikkatli olursa sapma ihtimali azalacaktır. Elbette tarihin beyan edilmesinde gerçek dışı veya bazı yerlerde büyütülmüş hadiselerin zikredilmiş olması da muhtemeldir. Tarihsel hadiselerin tevatür, şöhret, karine ve delil taşıdığı yerlerde ise dikkatli bir incelemeyle onlara güven duyabiliriz.[1] Hatta bazı tarihsel hadise ve beyanlarda tahrif ihtimalini kabul etsek bile hadislere ve hadis ricaline güvenmek hususunda mesele fark eder. Yani her ne kadar tarihsel kitaplardaki bazı sayı ve rakamların veya hadiselerin gerçek dışı bir şekilde beyan edilme ihtimali olsa da, bir hadis ve rivayete güvenmek, bir aktarıcının varlık veya yokluğunu incelemek veyahut bu şahsın güvenilir olup olmadığı hakkında yaşamının detayları söz konusu olunca durum değişir. Biz hiçbir inceleme yapmaksızın ve dikkat etmeksizin salt hadis kitaplarında yer almasından ötürü bir hadisi kabul etmeyiz. Sonra bu hadis güvenilir midir diye bir şüpheye yol açmayız. Zira bir rivayeti veya bir aktarıcıyı kabul veya reddetmeden söz edildiği vakit, rical ve diraye ilimlerinin kaide ve usullerinden istifade ederek söz konusu aktarıcı ve rivayet, değerlendirilmeye tabi tutulmaktadır (Rical’de aktarıcıların halleri ve hadis aktarıcılarının güvenilir olup olmadıkları incelenmekte ve diraye ilminde ise rivayetlerin metni etüt edilmektedir.) Sağlam deliller, karineler ve tanıklar ile bir rivayetin doğruluğu veya bir aktarıcının güvenilir olduğu anlaşılmadığı müddetçe söz konusu rivayet ve aktarıcıya güvenilmez.[2]

Hadislere Güvenme Yolları

a) Hadislerin Metin ve Senet Açısından Süzülmesi:

Bu iş değişik suretlerde yapılmıştır:

1- Şia mirasındaki uydurma hadisler hakkında ilk uyarı Masum İmamlar’dan (a.s) gelmiştir. Onlar (a.s), hadis uyduran kimselere dikkat çekmiş, uydurma hadislerdeki fikir ve manaların türüne işaret etmişlerdir. Abdullah b. Meskan, İmam Sadık’ın (a.s) bazı ashabından Onun (a.s) şöyle buyurduğunu rivayet eder:

“Allah, Muğire b. Said’e lanet etsin! O, babam İmam Bâkır’ın (a.s) adına hep yalan hadis uydurmaktadır. Allah, ateşin sıcaklığını ona tattırsın. Allah, bizim hakkımızda bizim inancımız olmayan şeyleri bize isnat eden kimseye lanet etsin. Allah, bizi yaratan, kendisine döneceğimiz ve bütün işlerimizin elinde olduğu Allah’a kulluk derecesinden bizi indiren kimseye lanet etsin.”[3]

Böyle uyarılar, bu sapıtmış gurupların isim ve düşüncelerinin senet ve metinlerden uzaklaştırılmasına neden olmuştur. Masumların (a.s) ashabı ve Şia muhaddisler dikkat ve titizlikleriyle böyle sapıklıkları önemli ölçüde temizlemişlerdir.

2- Bu temizlemeler, Kütüb-ü Erbaa (Kâfi, Tehzib, İstibsar, Men La Yahduruhu’l-Fakih) yazarları zamanında da yapılmıştır. Kendilerinin de dediği gibi uzman ve ahdine bağlı kimselerden Allah’la kendileri arasında hüccet olacak hadisleri toplamışlardır.[4] Yani kendilerine göre sahih olan hadisleri toplamışlardır. Öte yandan eskilere göre sahih ıstılahının, bir rivayetin söylendiğine itminan etmeleri demek olduğunu biliyoruz.[5] Bu da metin ve senet yönünden yapılan inceleme neticesinde bir hadisin Masumun (a.s) ağzından çıktığına itminan etmekle oluyordu.

Kısacası, Erbaa Rical biyografisi kitaplarından (Rical-i Keşşî, Fihrist-i Necaşî, Rical-i Tusî, Fihrist-i Tusî) önce bu alanda birçok rical kitabı vardı. Yani hadislerin elenmesine Masumların (a.s) zamanında başlanmıştır. Muhaddislerimiz, hadislerin ricalini göz önüne alarak hadis yazarlardı. Gözü bağlı, eleştirmeden, cerh ve ta’dil yapmadan bu işi yapmamışlardır. Örneğin Abdullah b. Cebele Kenanî (ö. 219 h.), Muhammed b. İsa Yaktinî, Hasan b. Mahbub (ö.224 h.), Hasan Ali b. Fazzal (ö.224 h.) vs. gibilerin rical kitapları vardı.[6]

Bundan sonra Erbaa’nın rical ve biyografi kitapları yazıldı. Bu kitaplarda ravileri ve rivayet kitaplarını tanıma ve yazarlarına ait olup olmadığı konusunda birçok çalışmalar yapılmıştır.

b) Metnin İncelenmesi

Hadislerin metnini her türlü kasıtlı ve kasıtsız değişim ve tahriften ayrıştırmak için şu yollardan yararlanılmaktadır:

1- Hadisin Masumlara (a.s) ve Âlimlere Sunulması: Metin incelemesinende Masumların ashabı, özellikle İmam Rıza (a.s) ve İmam Askerî’nin (a.s) ashabının uyguladığı yöntemlerden biri, rivayetlerin Masumlara (a.s) sunulması, onların sahih ve uydurma olduğundan emin olunmasıdır.

Rivayetlerde “Arzu’l-Hadis (Hadis Sunumu)” denen bu yol, daha çok ilk dönemde yani Masumların (a.s) olduğu dönemde yazılan hadislerde görülmektedir. Bu yöntemle hadis, Masum İmam’a (a.s) veya büyük ve güvenilir ashabından birine sunulmakta, hadisin metnindeki kelimelerin teyit ya da reddi alınmaktaydı.

Hadis sunumu, hadis naklinin doğuşuyla başlamış ve devamlı olagelmiştir. Eski hadis kitaplarında İmam Ali’ye (a.s),[7] İmam Hasan’a (a.s),[8] İmam Hüseyin’e (a.s),[9] İmam Seccad’a (a.s),[10] İmam Bâkır’a (a.s),[11] İmam Sâdık’a (a.s)... hadis sunumu örnekleri vardır.

Birçok hadisin İmam Sâdık’a (a.s) sunumu, Onun (a.s) döneminde bu işin ciddileştiğini göstermektedir. Bu dönemde teşeyyü hüviyeti sabitleşmiş, Caferî Şia’sı, Zeydî ve diğer Şia fırkalardan ayrılmıştır. Bu mektepte hadis ehli ve eğitilmiş raviler, Şia’ya ve İmamlarına (a.s) nispet verilen her şeyin doğruluğunun ölçüldüğü mihenk taşlarıydı. Onlarda yazılmış veya nakledilmiş hadislerin sunumunu yaparak, Şia’nın mirasını garanti altına aldılar. Bu dönemin tehlikeli hareketi Guluv hattıdır. Gulat, makam sevdalarından dolayı Masum İmamlara (a.s) gerçek makamlarından daha üstün makamlar uydurmuş ve kendilerini de Onların (a.s) halifeleri olarak görüp kötü maksat ve hedeflerine ulaşmak istemişlerdir. Masum İmamlar (a.s) da daha baştan bu sapık ve tehlikeli grubun farkına varmış ve başkalarına da bunun zararını söylemişlerdir. Bunların çeşitli örneklerine rical kitaplarında, özellikle Rical-ı Keşşî’de Ebu’l-Hattap ve Yunus b. Zebyan gibi gulatların durumlarında rastlamaktayız.[12]

Aynı şekilde Yunus b. Abdurrahman, İmam Rıza’ya (a.s) birçok hadis sunmuş, İmam (a.s) da onların çoğunu reddetmiştir.[13] Bunun benzeri Benî Fezzal’ın kitapları içinde yapılmıştır. İmam Hasan Askerî (a.s), o kitapların ravilerini teyit etmiştir.[14]

Hadis sunum yöntemi, yüzeysel yaklaşımların Şia hadislerinden çıkmasına ve dar düşünceli uydurmacıların –sayıları da az değildi- hadislerden uzaklaşmasına neden olmuştur. İmam’ın bir hadisi reddetmesi, Şia saflarına girmiş birçok münafığın korku hissiyle hadis nakletmesine engel olmaya ve onları o pak sahadan uzaklaştırmaya yetmiştir. Ancak yinede tümüyle temizlendiği söylenemez.

2- Nüshaları Karşılaştırma: Bu metot eskiden beri âlimler, Peygamber’in (s.a.a) ve Masumların (a.s) ashabı arasında olan bir metottu. Yani belirli sürelerde naslar, hadis kitapları ve el yazması eserler güvenilir kimselerin sahih ve asıl yazılarıyla karşılaştırılır ve tatbik edilirdi. Bu metot, kasıtlı ve yanlışlıkla yapılan tahrifleri, fazlalıkları ve eksiklileri gidermek için yapılan bir çabaydı.

3- Hadis Nakli İcazeti: Hadis âlimleri nakil icazetini, Tahammülü’l-Hadis’in en önemli yollarından biri olarak kabul eder ve hadislerin naklinin doğruluğuna destek amacıyla karşılıklı alışverişe önem verirlerdi. Şöyle ki hadis ilmi üstadları yazılı veya şifahi hadisleri rivayet etme iznini talebelerine verirlerdi. Genellikle bu icazetlerde üstatların, hadis şeyhleri ve eserlerinin isimlerini getirirlerdi. Örneğin ünlü fakih, değerli muhaddis ve hicri 3. y.y’ın mukaddes Kum şehrindeki parlak çehrelerden biri olan Ahmed b. İdris Eş’ari Kummî, 11. İmam olan, İmam Hasan Askeri’nin (a.s) huzuruna varma şerefine nail olmuştu. O, çeşitli ilimleri Ahmed b. İshak Kummî (İmam-ı Zaman’ın (a.s) Kum şehrindeki temsilcisi) gibi kendi asrının ünlü İmamiye üstat ve âlimlerinden ve Şia’nın onlarca başka parlak çehresinden almış, fıkıh ve hadis alanlarında değerli kitaplar yazmıştır. O, Masum İmamlardan (a.s) çeşitli rivayetler nakletmiştir. Onun mektebinde bilgin talebeler yetişmiş ve ondan rivayet izni almışlardır. Onun en önemli ve en meşhur öğrencisi Sıkatu’l-İslâm Muhammed b. Yakup Kuleynî’dir. Şia’nın en güvenilir hadis kitabı olan Kâfi Kuleynî’nin eseridir. O, İbn İdris’in rivayetlerini vasıtasız nakletmiştir.

Rivayet icazetinin önemli faydalarından biri, hadislerin senetlerinin Masum İmamlara (a.s) ulaşmasıdır. Üstatlar genellikle rivayet icazetlerinde senet silsilesini Molla Muhammed Taki Meclisî, şehit-i Evvel, Allâme Hillî veya Şeyh Tusî gibi büyük şeyhlerden birine ulaştırır ve orada dururlardı. Çünkü büyük şeyhlerin usulü belli idi.

4- Fihrist Metodu: İlk dönem âlimlerin uyguladığı bir metottu. Yani rivayetleri bir takım karinelerle ölçer ve onları kabul ya da reddederlerdi. Örneğin Kum ekolünde olanlar, guluv konusunda çok katıydılar. Öyle ki İbn Velid, Saffar’ın Basairu’n-Derecat kitabının dışında bütün kitaplarını nakletmiştir.[15]Hâlbuki onların hepsini yazan Muhammed b. el-Hasan el-Saffar’dır. Veya yine İbn Velid, Nevadiru’l-Hikme’nin birkaç ricalinin dışında bütün ricalleri teyit ediyor.[16] Bu red onların zayıf olmasından dolayı değil, aksine bir rivayet bu senetle bu kitapta geldiği için reddedilmiştir.

Bu metot, her ne kadar şahsi ve içtihadi olsa da onunla rivayetlerin metninde bir çeşit temizlik yapılmaktadır.

5- Rivayetlerin Metninin Kur’ân’ın Açık Öğretileriyle Uyumu: Metotlardan bir diğeri, rivayetlerin Kur’ân’a sunulmasıdır. İslâm Peygamberi (s.a.a) ve Masum İmamlar (a.s) defalarca şöyle buyurmuşlardır:

“Bizden size bir hadis ulaştığında onu Allah’ın kitabıyla karşılaştırın, Kur’ân’a uyanı alın (ona göre amel edin), muhalif olanı da bir kenara bırakın veya bize döndürün (doğru ya da yanlışlığını bize sorun).”[17]

Aynı şekilde Allah, menfaatine düşkün fırsatçılara karşı değerli nebevi mirası korumak için hakkın peşinde olan Müslümanların başvurabileceği korumacılar koymuştur. Hakkın peşinde olan kimselerden biri Selim b. Kays el-Hilalî’dir. O, peygamber adına söylenen yalanların, karıştırmaların, iktibasların ve nakildeki farklılıkların farkına varmış ve Peygamber’in (s.a.a) hadislerinin yalnızca Ehl-i Beyt’in (a.s) doğru ilminden alınmasının mümkün olduğunu anlamıştır.[18]

Kısacası Masumların (a.s) ve ashabının sıkı çabaları, ciddi çalışmaları ve zorlu mücadeleleri sonucunda bugün zengin ve bir ölçüye kadar sağlam miraslar elimize ulaşmıştır. Ama âlimler ve müçtehitler bu çabaların yanı sıra sahih rivayetleri diğer rivayetlerden ayırmak için yinede senet ve metinde derin araştırmalar yapmanın, başka karine ve deliller bulmanın gerekli olduğuna inanmaktalar. Âlimler ve müçtehitler rivayetlerin senedi ve Kütüb-ü Erbaa’nın rivayetlerini aldığı ilk kitapların, onları yazanlara ait olup olmadığı hakkında yaptıkları araştırmaların sonucunda muhtemelen bazı kesin karinelere göre senet ve metni sahih olmayan rivayetleri kabul etmeyebilirler. Örneğin bir rivayetin:

1- Kur’ân’a muhalif olması

2- Usul-u Mezhebe muhalif olması

3- Tarih boyunca İmamiyye âlimlerinin onu dikkate almaması

4- Takiyyeden dolayı söylenmiş olması

5- Uydurma olduğuna dair alametlerin olması vb. gibi karinelere göre reddedebilirler. Bu ve daha başka birçok önemli ve bilimsel yollar var ki, günümüz âlim ve müçtehitleri onları bir rivayetin kabul veya reddinde kullanmaktadırlar.

O halde biz her ne kadar tarihin beyan edilmesinde tahrif ihtimalini versek de bu, hadislere güvenme noktasında bizim için bir problem yaratmaz. Zira hadisleri kabul etmek için rical ve dirayeden ibaret iki ilim vardır. Rical ilminde hadisleri nakleden şahıslar incelenmekte ve diraye ilminde ise hadis kabulündeki ölçüler ve hadis türleri etüt edilmekte ve açıklanmaktadır. Dolayısıyla belirtilen ölçülere sahip olduktan sonra hadis ve aktarıcılara güvenmekteyiz.


[1]     İbn Haldun Abdurrahman, Mukaddime-i İbn Haldun, c. 1, s. 13, tercüme: Muhammed Pervin Gonabadî, İntişarat-ı Bongah, Tercüme ve Neşr-i Kitab-ı Çarom-ı Tahran, 1359.

[2]     Allâme Hillî, Rical-i Allâme-i Hillî, c. 1, s. 3, çap-ı Daru’l-Zahair, Kum, 1411.

[3]     Mamakanî, Telhis-u Mikyasi’l-Hidaye, s. 156.

[4]     Saduk, Men La Yahduruhu’l-Fakih, c. 1, s. 3, (İntişarat-ı Camia-yı Müderrisin).

[5]     Ali Ekber Seyfi Mazenderanî, Mikyasu’r-Rivaye fi İlmi’d-Diraye, s. 44.

[6]     Kazım Müdirşaneçî, a.g.e, s. 56-57.

[7]     Ricalu’l-Keşşî, c. 2, s. 692-700; Kitab-u Selim b. Kays el-Hilali, c. 2, s. 558, 562.

[8]     Tabakat-u İbn Saad, c. 3, s. 26, Müsned-i İmam Mücteba’dan nakletmiştir, s. 535, 36. hadis.

[9]     Kitab-u Selim b. Kays el-Hilali, c. 2, s. 628; el-Müstedrek Ala’s-Sahiheyn, c. 3, s. 187, 4798. hadis; Daaimu’l-İslâm, c. 1, s. 142; el-Caferiyat, s. 5, 42. hadis; Tefsir-i Ayyaşi, c. 1, s. 157, 530. Hadis.

[10]   el-Kâfi, c. 8, s. 15, 2. hadis; Kitab-u Selim b. Kays el-Hilali, c. 2, s. 59; Ricalu’l-Keşşî, s. 104, No:167.

[11]   Şeyh Tusî, el-Fihrist, s. 176; Maani’l-Ahbar, s. 382, 13. Hadis.

[12]   Ricalu’l-Keşşî, s. 291, 292, 363, 364, 546; Maani’l-Ahbar, s. 181, 1. hadis; Biharu’l-Envar, c. 26, s. 140, 12. hadis.

[13]   Ricalu’l-Keşşî, s. 224.

[14]   Kulliyatun fi İlmi’r-Rical, s. 278.

[15]   Ricalu’l-Keşşî, s. 251, Muhammed b. El-Hasan el-Saffari’nin yaşamı, (Daveri baskısı).

[16]   Rical-i Necaşî, s. 245, Tehzibu’l-Ahkam, c. 7, s. 275; Abdulhadi Mesudî, Mecelle-i Ulum-i Hadis, sayı:6, Ahmed b. Yahya’nın yaşamı, (Daveri baskısı).

[17]   Tehzibu’l-Ahkam, c. 7, s. 275: Nebi’nin (s.a.a) ve Masum İmamların (a.s) şöyle buyurdukları rivayet edilir...

[18]   Abdulhadi Mesudî, Mecelle-i Ulum-i Hadis, sayı:6.

YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER