Hâlâ Güzel İnsanlar Var

Bu ahirzamanda artık etrafımıza baktığımız zaman ilahi nurla sarmalanmış insanları görmek ne kadar da zor. Fakat her şeye rağmen yine de,  “İşte ilahi insan böyle olur” dedirten,  insanlar da yok değil. Elbette var, sayıları az olsa bile; din ile sadakat ile aşk ve şevk ile donanmış ahiret yurdu için çalışan, Rablerini seven ve herkesin de Rablerini sevmesi için gecesini gündüzüne katan güzel insanlar elbet var.

Öyle güzel insanlar var ki; onlar önce kendi zayıflıklarını, muhtaçlıklarını ve bağlılıklarını ölçerler. Bir de bakarlar ki başına buyruk yaşamıyorlar, ulaşanların onların ellerinden tutmalarını beklerler, o götürmeden gitmez, onsuz hareket etmez ve o olmadan tek başına ayakta durmazlar. Sonra dayandıkları duvarlara, tutundukları dallara bakarlar. Ne kadar sağlam,  ne kadar emin olduklarını görürler.

Bir ince hesap daha yaparlar, yüce kitabımız bunun adına “isar” der. Her ne kadar muhtaç olsalar bile mümin kardeşini kendi nefislerine tercih ederler. Ne kadar merhamete ihtiyaçları olsa, o  kadar merhamet ederler. Zira bilirler ki merhamet ettikçe merhamet olunurlar ve hesap ona dönecektir. Bu bir mâba'de-t tabia ilkedir, asla şaşmayan.

O güzel insanlar derin bakar, gözlem yaparlar. Gözlemlerine duygularını, sezgilerini de katarlar. Akl-ı selim ile perçinleştirerek duyguların ateşi uygun sıcaklığa kadar ılınır. Soğuk da olmazlar ama kimseyi de yakmazlar. Buna basiret der bazıları. Basiret sadece akılla olmaz, duygular da gerekir madde aleminin ardını görmek için. Bir nevi radyoaktif dalga, ya da onun ruhu olan soyut bir mana.

Gözlemledikleri alemde iyi ile kötünün, hayır ile şerrin, güzellikler ile çirkinliklerin iç içe geçmişliğini fark ederler mesela. Önce kendilerinde. Kusurlarını görürler, hata ve günahlarını, eksikliklerini, uzaklıklarını.. iyiliklerini de bilirler. Emeklerini, fedakarlıklarını, merhametlerini, aflarını. Kalplerini bilirler bir de akıllarını.

Nefs-i natıkalarını sağlarına ve nefs-i hayvanilerini sollarına alırlar. Sonra ötekinin de öyle olduğunu anlarlar. Ve gönül terazisiyle tartarlar, iyilikleri ağır basana kalplerinde asla yok olmayacak bir mekan verirler. Kötülükleri ağır basana ise, “Kötülük yok oluştur, yok oluşun ise kalbimizde yeri yoktur” der, kötülüğün fani olacağı bir gün kötünün de  aynı hüsrana uğrayacağını bilirler.

Nefislerinin hoşuna gidene, “Yüce Allah! Sana sonsuz hamd olsun”, nefislerine hoş gelmeyene, “Her hal için Allah’a hamd olsun” demeyi severler. Çünkü çok iyi farkındadırlar, dost ne isterse güzel ister, bazen ayrılığı bazen kavuşmayı, öyleyse ondan ne gelirse hoştur, şirindir.. Zorlukların O’na doğru götürdüğünü bilirler, lakin bazen unutur yüzlerini asarlar, ama çabuk da toparlanırlar. Sıkıntıların ardından O’nu görüverince yüzleri yine güler, kırgınlıklar merhem bulur, gönülleri bir hoş olur.

Tek bir korkuları vardır, Mahşer-i Kubra’da, ilahi huzurda başlarının eğik, boyunlarının bükük, hesaplarının ince olmasından. “Ya hesabı tutturamazsak o zaman ne olur halimiz, ya yüz çevirse bizden, artık bakmasa ve artık bir daha asla konuşmasa bizimle... ” Hesabı tuttursalar bile, elli durak ve  her durak bin yıl; işte buna takatleri yoktur. O’nu görmekte gecikmek,  bir tek buna sabırları yoktur. O’na biran önce kavuşmayı isterler. Tek arzuları, ne cennet ve ne de cennet nimeti, yeter ki huzuru yakine ulaşalım da gayri ne olursa olsundur.

Evet, öyle güzel insanlar var ki, onlar Ebuzerlerin,  Salmanların ve Miktatların birer günümüz izdüşümüdür. Namaz esnasında bir yaprak misali titremenin Kumeyl’e has olmadığını bilirler ve namazlarında titrerler. Zulmün, haksızlığın ve münkerin karşısında durmak Ebuzer’e has değildi, dolayısıyla onun kademinde yürürler. Ali’ye yar ve yaver olmak Malik’e has değildi, Mehdi’ye yar-u yaver olmaya çalışırlar. İlimde bir Terimmah, irfanda bir Ebu Basir, sadakatte bir Hicr ve yiğitlikte bir Ammar olma gayesindedirler. Dostluğun sadece Salman’a has olmadığının farkındadırlar, bu yüzden güneşli bir hafta sonu eşi ve çocuklarıyla gezmeye gitmek varken, sesi mahzun diye, arkadaşının derdini dinlemeye, onun yanında yer almaya, karanlığını aydınlığa çevirmeye koşarlar. Çünkü onlar,  arzularını ahirete ertelemişlerdir, ahiret arzularına ulaşmanın dünya arzularından geçmek olduğunu bilirler ve her insanın perçeminden tutanın Rabb olduğunu hatırlarlar.

Bir de muhasebe ehlidirler, bir kaba hesap yaparlar ve bunun için ince hesaba gerek duymazlar. Bütün dünyevi dertleri bir çuvala koyarlar, onları pazara götürüp satar ve karşılığında metafizik dert alırlar. Böylece kimsenin peşinden koşmaz, kimseye eyvallah demez, kimsenin karşısında el açıp, yalvarıp, dilenip, muhtaçlığını dile getirmezler. Zira her şey O’na satılmıştır, tüm benlik O’nun mülkü saltanatındadır, dolayısıyla yalnız O’nun huzurunda ağlanır, O’nun ilgisi çekilmeye çalışılır, O’na nazlanılır ve ona şikayet edilip, mızmızlanılır.

Böylece acizliklerini, muhtaçlıklarını, hiçliklerini, günahlarını, cehaletlerini bilmiş olurlar ve bu bilgi onları edilgen kılar. Kendilerini O tek mutlak failin iradesine bırakırlar. “Attığımda, ben atmadım Allah attı” bilincine ulaşırlar.

Ve her şeyden önemlisi öyle güzel insanlar var ki, onlar her şeyden çok Allah'ı severler.

YORUM EKLE