İmam Sadık’a Göre İlim Öğrenme Yöntemi

Bizler ilim taliplileriyiz. Öyleyse İmam Sadık’ın (a.s) huzuruna gidelim ve onun, ilmi nasıl tanımladığını ve ilime ulaşma yolunu bize nasıl açıkladığını görelim.

Meşhur Unvan-ı Basri hadisinden bazı bölümleri huzurlarınıza okuyacağım. Bu hadisi belki defalarca okudunuz ama bu hadis, büyüklerimizin çokça inayet ettikleri bir hadistir; özellikle merhum Ayetullah Gazi (r.a).

Ayetullah Gazi’nin bu hadise karşı özel bir inayeti vardı ve bu hadisi (ilim taliplerinin) sürekli yanlarında bulundurmalarını ve haftada bir iki defa mütalaa etmelerini tavsiye ederdi. Haftada bir veya iki kez okunması emredilmiş olmasının ne kadar önemli olduğunu varın siz hesap edin. Bizler haftada bir veya iki defa olmasa da en azından ayda bir veya iki defa onu mütalaa edelim ve bu hadisi, düşünerek ve tefekkür ederek okuyalım.

Görelim bakalım bizim ilim havzalarında sahip olduğumuz bu ilim öğrenme yolunu mu açıklıyor? Başka bir ifadeyle, havzanın ve tüm ilimlerin temel amacı olan maneviyata ulaşmanın yolunu mu bize açıklıyor? Çünkü bu ilimleri öğrenmenin nihai gayesi insanı yapılandırmaktır. Bizler neden fıkıh ve usül dersleri okuyoruz? Usul'ü, fıkıh ilmine ve amelî hükümler elde etmek için bir başlangıç olarak okuyoruz; Yani hayatımız boyunca ihtiyaç duyduğumuz hüküm ve kuralları öğreniyoruz. Bunları öğrenerek ve pratiğe dönüştürerek insanın yaratılış hedefine ve maneviyata erişmek istiyoruz; İslam'ın ve Hz. Peygamber'in (s.a.a) bizim için benimsediği o hedefe…

  

Öğrenim, İlim Tahsili İçin Gerekli Şart

Yaklaşık olarak 94 yaşında olan Unvan-ı Basri, İmam Sadık’ın (a.s) sahip olduğu makamın farkına vardı. Başlangıçta İmam Sadık’ın (a.s), Malik b. Enes seviyesinde biri olduğunu düşündü. Ancak İmam Sadık’ın (a.s) ona karşı gösterdiği tutum, onu öyle bir yere eriştirdi ki artık tüm düşüncesi İmam Sadık (a.s) oluverdi. Hem kalbine İmam Sadık (a.s) sevgisi düştü hem de onun sahip olduğu velayet hakikatinin farkına vardı. Bu taraftan İmam Sadık (a.s) da, ona bu yüce manaları anlatmak için hazır olduğunu gördü. İmam’ın diğerlerinden farkı da işte buradadır. Gösterdiği bir tutum ve yaklaşımla insanı dönüştürebilir. Bu yüzden Unvan-ı Basri, o hazretin huzuruna gelerek “ben ilmi sizden öğrenmek istiyorum” deme liyakatine erişti. “Allah’tan, sizin ilminizi rızkım kılmasını istedim” dedi.

İmam Sadık (a.s) şöyle buyurdu:

“İlim, öğrenmekle elde edilmez. O (ilim), ancak bir nurdur”.

Hazret İmam (a.s), bizlere ilmin hakikatini ve hüviyetini açıklıyor. Şimdilik bunun felsefi yönünü bir kenara bırakalım. İmam (a.s), ilmin hakikati ve hüviyetini bizlere tanımlıyor ki ilim budur (ilim nurdur)… İlim, sizlerin hayal ettiği, insanın yalnızca zihninde muhafaza ettiği, beyninde ve düşüncesindeki depoda yer verdiği ve yığın haline getirdiği ve orada onu geliştirdiği şey değildir. Bunun sonucunda ne olur ki? İnsan ilimden bir şey anlayamaz. Fakat hakiki-gerçek ilim budur. Hakiki ilim, her ne kadar şartlarından biri olsa da öğrenim ile elde edemez. Öğrenim, ilme ulaşmak için bir başlangıçtır. Öğrenim, gerekli bir şarttır ama yeterli bir şart değildir. Öğrenim, bizi nur olan hakiki ilme ulaştıracak bir yoldur sadece.

  

İlmin Hakikati

İlmin hakikati nurdur. Nur da bu (görünen) ışık ve nur değildir. Bu maddi nurlar, gerçekte nur değildirler. Gerçek bir bakış açısında aslında nur değiller. Bu nurlar, o hakiki nurun bir benzeridir. Çünkü bu nurlar da ışık saçıyor, etrafımızı aydınlatıyor ve bizim görebilmemizi sağlıyor. İşte bu yönüyle adını nur koyuyoruz. Fakat hakiki nur, hidayet yolunu bulabilmesi, o yolda gitmesi ve maksada ulaşabilmesi için insana gerçek basiret veren şeydir. Hakiki nur odur.

  

Kalp, İlmin Gerçek Yeri

“(İlim) ancak bir nurdur.”

Evet! İlim nur olduğunda yeri neresi olur? Eğer ilim “Ezberler” ise yeri, hafıza gücüdür ki bu görevi beyin üstlenir. Ancak, ilim nur ise ve o da bu zahiri nurlardan değilse yeri “یَقَعُ فی قلب”  yani kalptir. Kalp ise bu etten olan kalp değildir. Kalp, insanın hakikati ve ruhudur. İnsanın hakikatidir. İnsanın maneviyat merkezi, kalptir. Burada maksat “القلبُ حَرَمُ اللّه  فلا تُسْكِنْ حَرَمَ اللّه غَيرَ اللّه” (Kalp, Allah’ın haremidir. Allah’ın hareminde ise Allah’tan başkasına yer verme)dir.

 

İlmin Temel Özelliği: Hidayet

İlim nurdur: “İlim, Allah’ın hidayet etmek istediği kimsenin kalbine yerleştirdiği nurdur”

Peki bu nuru yerleştirecek olan kimdir? Bu da Allah’ın işidir. O da hidayet etmek istediği kişi için irade buyurduğu şeydir. Ona bu nuru veren Allah’tır. Bu nurun özelliği ise hidayet etmektir. Ezberler, temelde hidayet edici değildir. Mümkündür insanı hidayet etsin ve mümkündür etmesin… Bunun en güzel delili de bizim okuduğumuz bu derslerdir. Bizim okuduğumuz bu dersler, İsrail’in bazı üniversitelerinde de okutuluyor. Belki bizden de iyi okuyorlar. Ezberlerdir işte. Fakat hiç hidayet olmuyorlar. Hatta bunlar, hidayete de aykırı hareket ediyorlar. Ancak o hidayet eden ilim, bu ilimdir. İnsanın varlığının (benliğinin) bir parçası olan ve onun kalbinde yer alan ilim…

 

Hakiki İlmi Tahsil Etme Yolu

1-         Ubudiyyet (Kulluk):

İmam Sadık (a.s) öncelikle ilmin hakikat ve hüviyetini açıklıyor ve kimin bu ilme sahip olabileceğini ve bu ilmin kimin kalbinde yer edineceğini belirtiyor. Ardından insanın bu ilmi elde edebilme yolunu açıklıyor:

فَإن أردتَ العلمَ فَاطلُب اولاً فی نَفسِکَ حقیقة العبودیَة

“Eğer ilim istiyorsan, önce kendi nefsinde kulluğun hakikatini ara” (Eğer ezber ilimler istiyorsan Enes b. Malik ve diğerlerinde bu var. Git onlardan al. Fakat böylesine bir ilim peşindeysen ve yalnız ezber ilimleri istemiyorsan, hakiki ilmi arıyorsan bunun yolu öncelikle kendi batınında kulluk hakikatini talep etmendir. Kulluğun hakikatinin peşinde olmalısın.) Yani bu ilim nurdur ve kulluk ile direk bir ilişkisi vardır. İnsan kul olmadıkça, Allah o ilmi vermez. Allah aslında vermek istiyor ve verecektir de… Bizlerin ders okuduğu doğrudur; talebeliğin başından itibaren Arap edebiyatı okuyoruz, sarf, nahiv, beyan ve aynı şekilde diğer ilimleri peşi sıra okuyoruz. Ancak bunlar, esasen nur oluşturucu değiller. Herkesin bu dersleri öğrenme, onlara amel etme ve kulluğa erişme yani Allah’a kul olma hedefi koyması gerekir.

Kul kimdir? Kul, insanın tam anlamıyla Allah'ın iradesi altında olması demektir. Kul, hiçbir mülkü olmayan kimse demektir. Örfte ve akîl kimseler nezdinde kulluk budur. Zahiri kullar da böyledir; Kendi içlerinde sahiplik duygusu hissetmezler. Şimdi bu hakiki kulluktur. Dışarıdaki sahiplik ve efendilik itibaridir ama burada, gerçek bir kulluk vardır. İnsanın tüm varlığı, rızkı, ilmi ve elde etmek istediği ne varsa ondan almalıdır. Onun sahibi O’dur ve aynı zamanda gerçek sahiptir de. Dışarıdaki sıradan sahipler ve efendiler de aynı şekilde; onlara da bir şeyler verilmesi için Allah’ın onlara nazar etmesi gerekir.

İnsan böyle olmalıdır. Allah’ın karşısında kul olmalıdır. Kulun, kendinden hiçbir şeyi yoktur. Merhum Ayetullah Gazi hakkında mutlaka duymuşsunuzdur ki bir öğrencisi şöyle anlatıyor: “Merhum Gazi dua ve zikirle meşguldü ve art arda “Hasan Hasan!” diyordu. Kendisinden “Hasan Hasan” demesinin kıssasını sordum. Bana şöyle buyurdu: ‘Evimde adı Hasan olan engelli küçük bir bebeğim var. Yerinden hiç hareket edemiyor. Onu nasıl istiyorsak o yöne çeviriyoruz yani tamamen bizim elimizde… Ben de Allah’tan, beni de kendisi karşısında öyle kılmasını ve kendimden hiçbir şeyi görmemeyi istedim. O, ne isterse ve ne yaparsa onu isteyeyim.’”

İşte bu olur kul… Yani insanın kendinden hiçbir şey görmemesidir. Hakikaten içinde batınında hiçbir şey görmemesidir.

İnsanın bu kulluk yolunu kat etmesi gerekir. Hakiki kulluğu kat etmesi gerekir. Neden? Zira O istiyor. Allah, verecektir değil mi? Allah, Ona kul olana, kendinden hiçbir şey görmeyene verecektir. Allah Teala o nuru, ilmi ve hakikati kul olana ve kendinden bir şey görmeyene verir. İnsan eğer kendinde bir şey görürse, onun o ilmi ihtiyacı yoktur demektir. Allah’ın verebilmesi için o kapasiteye sahip değildir.

 

2-         İlmi Amet Etmek İçin İstemek

İkinci yol “وَاطلُبِ العلمَ باستِعمالِه” (İlmi, onu kullanmak için iste) yoludur. Bakınız bu ilmi bizler istemeliyiz. Bizim istediğimiz bu şeylerin tamamı nurdur. Şu şartla ki onu nur olarak görelim ve hedefimiz doğru olsun. Ehlibeyt’in (a.s) ilimlerini taklit yahut içtihat şeklinde öğrenmek istiyorsak, onlara amel etmeyi de istediğimizdendir. Amel, sadece öğrenmek için değildir. Başkalarına da öğretmemiz gerekir. “وَاطلُبِ العلمَ باستِعمالِه” Yani ilim talep et! Fakat ne için? Onu kullanabilmek için elbette… Kullanmak yani pratiğe dökmek ve amel etmektir. İlmi, okumak ve kafileden geri kalmamak için değil ona amel etmek için öğren. Bunun faydası yoktur. Bir derde de derman olmaz. Yük ve vebalden başka hiçbir şey değildir. Bu ilimler, ilmihaller, usül vs. ilimler hem nur olup bizi nura hidayet edebilirler hem de yük ve vebal olup bizi Cehenneme götürebilirler. Her ikisi de olabilir. Bu, onları nasıl kullandığımıza bağlıdır.

“وَاستَفهم الله یُفهِمکَ” (Allah’tan iste ki anlamanı sağlasın). Eğer kulluğun hakikatine sahipsen ve ilmin peşine gidersen Allah’tan, senin onları anlayabilmeni sağlamasını iste. Allah’tan “anlama yetisi” iste. Bu cümle içinde “وَاستَفهم الله” ve “یُفهِمکَ” arasında “ف” (fe) harfi dahi kullanılmamıştır. Bunun edebiyatta çok önemli bir manası var. Eğer arada “ف” olursa, bir aralığa işaret eder ve aynı şekilde “ثم” (summe) de daha fazla aralığa işaret eder. Fakat bu cümlede ne “ف” vardır ne de “ثم” harfi… “وَاستَفهم الله یُفهِمکَ” Yani aralıksız! Aslında burada zaman da söz konusu değildir. Zaman olsa bile mecazi olarak vardır. Zira zorunlu olarak zamanı kullanırız. Yoksa burada zaman da yoktur. Allah’ın işlerinde zaman kavramının bir karşılığı yoktur. Onun fiillerinde, iradesinde zamanın bir karşılığı yoktur.

 

Kulluğun Hakikati

Tasarrufunda Olan Şeyleri Kendi Mülkün Bilmemek

Unvan-ı Basri, öylesine hazırdı ki İmam’ın peşini bırakmadı. “Bu kadarı yeter” demedi. Dedi ki:

“یااباعبدالله ما حقیقة العبودیَة؟”

Ey Ebu-Abdullah, kulluğun hakikati nedir? Onu nasıl elde edebilirim?

“قال ثلاثة اشیاء أن لایَری العبدُ لِنَفسِه فیما خَوَّلَه الله الیه مِلکاً”

Hazret (a.s) buyurdu ki: “Kul, Allah'ın kendisine mülk olarak verdiği üç şeyi kendisi için (ona özel) bilmemeli!”

Allah’ın ona verdiği şeyleri insan, kendini onların sahibi görmemelidir. Düşüncesi, ilmi, elbisesi, evi, kitabı ve… kendi mülkü görmemelidir. Neden?

لِأنَّ العبید لایَکونُ لَهُم مِلکٌ

“Zira kulun, kendine ait mülkü yoktur.”

Kulun bir mülkü yoktur. O artık yalnızca Allah’ın ona verdiği şeyleri görür. Evet! Olan şeylerin hepsi insanın tasarrufundadır ama gerçek sahip-malik Allah’tır.

Bu meseleler, bir ömür çaba ister; amel ve zahmet ister. Merhum Ayetullah Gazi’nin (r.a), bu hadis ile üns kurmaya ısrarının kesin bir sebebi vardı. İlim havzasında maneviyat adına neyimiz varsa, Onun bereketli varlığındandır. Merhum İmam Humeyni (r.a), Onun hakkında şöyle buyurmuştur: “O, insan eğitme fabrikasıdır.” Bu çok ilginç bir cümle!

O insan eğitme fabrikasının bu hadisi okumamızı ısrar etmesi boşuna değildi. Bu, insanın bir ömür o hadisle üns kurması demektir. Bir ömür ameli (pratik) işler yapması demektir. Maneviyat yolunda amel edilmelidir. Amel etmeli ki bunların hakikatine erişebilmeli!

Bizler bunlarla aşina olmak, tembih edilmek ve bu yolu gitme farkındalığına erişmek istiyoruz. Bu yolun farkına varmalıyım. Bu sahip olduğumuz şeylerin dışında birtakım şeyler de var! Bu görünen zahiri şeylerin dışında, başka şeyler de var.

“یَرونَ المال مالَ الله”

“Malı (eşyayı) Allah’ın malı görürler”

“یَضَعونَه حیثُ أمَرَهُمُ الله تبارک و تعالی بِهِ”

“Onları, Allah Teala’nın emrettiği şekilde harcarlar”

YORUM EKLE