Merhum Ayetullah el-Uzma Behcet ile Ayetullah Misbah Yezdi arasındaki üstad-şakird ilişkisi bir süre öncesine kadar, yani Büyük Ârif’in hayatta iken pek bilinmiyordu. Bunun birkaç nedeni vardı: Bir yandan Merhum Ayetullah Behcet’in varlığı bu ilişkinin beyanına engel oluyordu, öte yandan Ayetullah Misbah Yezdî’nin herkesçe bilinen siyasi yönü, ahlaki boyutunu gölgeliyordu.
Zamanın Behcet’i (sevinci) vefat ettikten sonra onunla bir arada bulunan, bir sır paylaşan herkes hatırasını dillendirmeye veya kaleme almaya, bu yoldan Ayetullah Behcet’in yüce makamı hakkında halkın bir fikir sahibi olmasını sağlamaya başladı. Gerçi anlatılması güç birçok hatıra hâlâ dostlarının ve sevenlerinin sinesinde gizli kalmaya devam etmektedir…
Merhum Ayetullah Behcet hakkında okumaya değer en güzel hatıralara sahip olanlardan birisi de Büyük Üstad Ayetullah Misbah Yezdi’dir. Bu hatıralar, derin içerikleri bir yana, üstad-şakird ilişkisinin bilinmeyen yönlerini hikaye ediyor.
Haftalık Noh Dergisi, vefatının seneidevriyesi münasebetiyle, Ayetullah Misbah Yezdi’nin Ayetullah Behcet’le ilgili hatıralarını yayınlamaktadır.
Kapalı Hücre Kapısı Ardında Haricî Ders
Ayetullah Behcet’in huzuruna vardık ve kendisinden bize fıkıh dersi vermesini talep ettik. Büyüklük gösterip talebimizi kabul etti. Feyziye Medresesi’nin bir hücresinde derse başladık. Dersimiz, Merhum Ayetullah Burucerdi’nin (r.a) dersinden sonra başlıyordu. Ayetullah Behcet, Merhum Burucerdi’nin dersini hiç kaçırmazdı. Dersten sonra Feyziye’ye gelir, birkaç kişiden oluşan topluluğumuza Taharet Kitabı’nı tedris ederdi. Hücre sahibi yolculuk, hastalık gibi sebeplerle orada olmadığında, Ayetullah Behcet, medrese bahçesinde, bir hücrenin sofasına oturur, biz de etrafında halka kurup yerde otururduk. Fıkıh dersimizi bu şekilde düzenledik.
Sırlarını Sonradan Anladığımız Kıssalar
Biz, ders saatinden önce ders mahallinde hazır bulunmaya özen gösterir, böylelikle, bir şekilde Ayetullah Behcet’in manevî irşadından istifade etmek isterdik. Kendisi de ders saatinden önce gelir, farklı konularda konuşurdu. Kimi zaman bir hadisi ele alır, kimi zaman da üstadları hakkında bir kıssa anlatırdı. Başlangıçta hadisi veya kıssayı rastgele seçtiğini düşünmüştük. Sonraları arkadaşlarla konuşurken bu hadislerin, kıssaların bir anlamı olması gerektiğini düşündük. Bir arkadaşımız, “Bir şey anlattığında sanki benim için anlatıyor gibi hissediyorum,” dedi. “Sanki hadisin, kıssanın dilinden bana bir şey anlatıyor. Mesela kimsenin bilmediği bir kusur işlediğimde, evde ya da başka bir yerde, anlattığı kıssa veya naklettiği hadisle sanki beni uyarıyor. Sanki siz şöyle bir kusur işlemekle iyi etmediniz, diyor ve bana ne yapmam gerektiğini söylüyor.” Ayetullah Behcet kıssa anlatırken hepimiz bu türden hislere kapılırdık. Anlatırken muhatabına öyle bir bakardı ki… Sonraları artık yavaş yavaş anlamıştık anlattıklarının bir anlamı olduğunu. Rastgele bir şey anlatmıyordu. Kimi zaman sosyal veya siyasi içerikli kıssalar anlatırdı. Tam da Ulema hareketinin başladığı, Şah’ın askerlerinin Feyziye’ye saldırdığı zamana denk gelmişti bu anlattıkları.
Ayetullah Behcet’in Hareketin Kültürel Boyutunu Vurgulaması
Mücadele kızışıyor, mollalar ve vaizler için hayat gittikçe zorlaşıyordu; hapse atılıyor, sürgüne gönderiliyorlardı. Bütün bu olaylar karşısında Ayetullah Behcet birtakım işaretlerde bulunurdu. Mesela ne yapılması gerektiğinden söz ederdi. Kimi zaman sade sözleri harekete geçmemizi sağlıyordu. Nitekim dersine katılan arkadaşlarımızdan bazıları Ayetullah Behcet’i dinledikten sonra sosyal ve siyasî faaliyetlere katılmışlardı; bilhassa tebliğ ve kültürel faaliyetlere ilgi duymuşlardı.
Demem o ki, o zaman İmam Humeyni’nin önderliğinde başlayan mücadelenin bir boyutu, tebliğ ve kültürel faaliyet boyutu zayıftı. Ayetullah Behcet’in vurguladığı boyut da işte buydu. Bizi bu konuda bilinçlendirdi ve bu noktadaki eksikleri gidermemizi salık verdi. Bu da bizim gücümüz nispetinde faaliyetlere katılmamıza, özellikle mücadelenin tebliğ ve kültürel yönüne önem vermemize sebep oldu. Demek istediğim, beni bu faaliyetlere sevk eden şey Ayetullah Behcet’in bu vurgusuydu. Mücadelenin kültürel ve tebliğ boyutunu güçlendirmeyi, Ayetullah Behcet’in buyruklarına olan güvenimizden dolayı, vazife telakki ettik ve gücümüz yettiğince, elimizden geleni yaptık.
İmam Humeyni Israrla Ondan İsteyin Buyururdu
O zamanlar Uzgörürler Meclisi’nin (Meclis-i Hubregân) başkanı olan Merhum Ayetullah Meşkini şöyle anlatırdı: İmam Humeyni’nin huzuruna vardık (sanırım defalarca gittiklerini söylemişti) ve ahlakî meseleleri gündeme getirip bu konuda kime müracaat edebileceğimizi sorduk. İmam, “Aga Behcet’e gidin,” buyurdu. “Kabul etmiyor; böyle tanınmaktan çekiniyor,” dedik. İmam yine “Ona gidin ve ısrarcı olun,” buyurdu. Merhum İmam bu konuda başka birini de tavsiye etmedi.” Bizzat oğlu Mustafa’dan Ayetullah Behcet’in İmam’ın yanında apayrı bir yeri olduğunu, kimi zaman bir haceti veya sıkıntısı olduğunda ona başvurduğunu duymuştum. Bunu burada anlatmam doğru mudur, bilmiyorum ama kendisi de Humeynli olan ve İmam’ın evine sık sık gidip gelen Hz. Masume (s.a) Âsitanesi’nin mütevellisi Mesudi Bey şöyle anlatırdı: “İmam’ın ne zaman bir sıkıntısı olsa, kendisi veya akrabalarından biri hastalansa beni Ayetullah Behcet’e gönderip, ‘Bu konuda ne der, sor, öğren,” derdi. Çoğu zaman Behcet hazretleri bir veya iki koyun kurban etmemizi söylerdi. Ben de derhal emrini yerine getirir, İmam’ın tavsiye ettiği kasaptan bir koyun alır, kurban ederdim.”
Bildiklerimizle Amel Edelim
Ayetullah Behcet’in hayatında apaçık bir şey vardı. Sanırım onunla bir arada bulunmuş veya buyruklarından istifade etmiş herkes bunun farkına varmıştır. O da şuydu: Bütün sözlerinde ve amellerinde önem verdiği tek bir nokta vardı; Allah’a yakınlaşmak. İnsan hakikî kemale ancak Allah’a itaat ve şeriata uygun bir yaşam, amelle ulaşabilir. Sözünün dayanak noktası, farzları yerine getirip haramları terk etmekten ibaretti. “Ne yapmamız lazım? Ahlakî tavsiyede bulunur musunuz?” diyen herkese “Farzları yerine getir, haramları terk et,” buyururdu. Beraber olduğumuz, hizmetinde bulunduğumuz süre boyunca hep bunu söyledi. Konu ahlakî, manevî meselelere geldiğinde bize, “Şeriattan bildiğimiz kadarına amel edersek Allah bize, bize lazım olan başka şeyleri öğretir. Öyle bilinmez şeylerin, sadece birilerinin bildiği, başka kimsenin bilmediği sırların peşinde koşmamıza gerek yok!” buyururdu. “Şeriatta ısrarla üzerinde durulan, Kur’ân’ın ve hadislerin vurguladığı şey ne ise Allah’a yakınlaştıran yol da işte odur; daha önemli ve daha etkilidir.”
Ayetullah Behcet’in Eklektik ve İthal İrfani Anlayışlarla Mücadelesi
Ayetullah Behcet, hurafelerle, irfan dükkânı açanlarla mücadele etmeyi neredeyse kendine bir görev sayardı. Sözde âriflerle, ahlakî meselelerden söz edip kutup, mürşidlik satarak halkı meşgul edenlere karşı koymayı görev bilirdi. Elbette mücadelesi pozitif mücadeleydi; yani falanca hata ediyor, filanca fırka/tarikat şöyledir, böyledir, demezdi. Doğru yolun Ehlibeyt’e (a.s) tabiiyet ve şeriata bağlılık olduğunu, bundan başka bir yolun da olmayacağını beyan ederdi. Genel ifadelerle fırkaların görüşlerini çürütür, uygulamalarının bidat olduğunu beyan ederdi. Mücadelesi pozitifti; yani tek yolun Ehlibeyt’e (a.s) uymak olduğunu ispatlar, geri kalan her şeyi olumsuzlardı. Ya bugünleri görseydi… Tabii o zaman da tasavvuf fırkaları mevcuttu ama yalancı irfanlar bugünkü kadar yayılmamıştı. Bugün her köşe başında bir iddiacı dükkân açmış durumda... Belki de bu yüzden Ayetullah Behcet şeriata bağlılık, farzları yerine getirmek ve haramları terk etmek üzerinde ısrarla duruyor, yalnızca bu yolun insanı saadete kavuşturacağını tekrar tekrar söylüyordu. Ayetullah Behcet’in bir özelliği de faaliyetlerinde daima pozitif yöne önem vermesiydi. Sapkın fırkalar hakkında tek tek konuşup isimlerini zikretmektense neyin doğru olduğunu ve ne yapmamız gerektiğini anlatırdı.