Hz. Fatıma’nın Fedekiye Hutbesi

Hz. Fatıma’nın Fedekiye Hutbesi

Hz. Fatıma’nın Fedekiye Hutbesi

 

İktidar grubu Fatıma'ya Fedek'i vermemeyi kararlaştırdıklarında ve Fatıma (a.s) da bundan haberdar olduğunda, mescide giderek zulme uğradığını ilân etmeyi, insanlara bu hususta önemli bir konuşma yapmayı kararlaştırdı. Fatıma'nın aldığı bu karara dair haber bir anda bütün Medine'ye yayıldı. Hz. Peygamber'in (s.a.a) ciğerparesi, gülü, babasının mescidinde insanlara konuşmak istiyordu. Haber Medine'nin her tarafında yankılandı. İnsanlar bu önemli konuşmayı dinlemek için mescidi hıncahınç doldurdular.

Abdullah b. Hasan, atalarından (hepsine selâm olsun), bu konuşmanın bir kısmını bize rivayet etmiştir. Diyor ki:

Ebu Bekir ve Ömer, Fedek'i Fatıma'ya (a.s) vermeme hususunda karar alınca, Fatıma'nın bundan haberi oldu. Derhal başörtüsünü başına bağladı, cilbabını[1] (çarşafını) giyindi, hizmetçilerinden ve akrabalarının kadınlarından oluşan bir grupla birlikte harekete geçti. Yürürken, etekleri yere çekilen uzun bir elbise giymişti. Resulullah'ın (s.a.a) yürüyüşünden farksızdı yürüyüşü.

Nihayet Ebu Bekir'in yanına geldi. Ebu Bekir, muhacir ve ensardan ve başkalarından oluşan bir grupla oturuyordu. Hz. Fatıma (a.s) ile diğer insanlar arasına bir perde asıldıktan sonra, (Resulullah'ın mezarı başında) oturdu ve öyle derin bir ah çekti ki, oradakiler de heyecanlanıp ağlamaya başladılar. Ağlama seslerinden mescit âdeta kaynıyordu. Bir süre bekledi.

Dinleyicilerin sesleri dindikten sonra, ortalığı derin bir sessizlik kapladı. Allah'a hamd ve sena edip Resul'üne (s.a.a) salât ederek sözlerine başladı. İnsanlar tekrar ağlamaya başladılar. İnsanlar susunca yeniden konuşmaya başladı ve şöyle dedi:

 

Hamdolsun Allah'a verdiği nimetler için. Şükürler olsun O'na, ilham ettikleri için. İlk defa var edip sunduğu engin nimetler için övgüler olsun O'na; bahşettiği eksiksiz ve bol bağışları için, sunmuş olduğu tüm nimetleri için. Nimetleri sayılmaz, lütuflarının sonsuzluğunun şükrü eda edilemez ve ebedî oluşları kavranabilmelerini imkânsız kılar. Nimetlerini daha da artırmak için insanları şükretmeye çağırmış, nimetlerini bollaştırarak kullarının kendisine hamdetmelerini istemiş ve (kıyamette) benzerlerine davet ederek ihsanını (salih kullara) iki kat artırmıştır.

Tanıklık ederim ki, tek ve ortaksız Allah'tan başka ilâh yoktur. Bu bir sözdür ki, Allah, ihlâsı, sırf kendisine yönelik kulluğu bunun tevili (esası, özü) olarak ön görmüştür. Kalplere, ona bağlılığını yerleştirmiştir. Aklın kavrayabilmesi için tevhit düşüncesini aşikâr etmiştir. O Allah ki, gözlerin O'nu görmesi, dillerin O'nu vasfetmesi ve tasavvurların keyfiyetini algılaması imkânsızdır.

Varlıkları ilk defa var etti, öncesinde var olan bir şeyden değil. Benzeyen bir örneği karşısına almadan onları meydana getirdi. Onları kudretiyle oluşturdu. Dilemesiyle onları yeşertti. Bunların olmasına da ihtiyacı olduğu için değil. Onlara şekil vermede kendisine bir faydası olduğu için değil. Sadece hikmetini gerçekleştirmek (sağlamlığını bildirmek) için; ibadetine, itaatine dikkatleri çekmek için; kudretini göstermek için, mahlûkatının kulluğunu sergilemek (ve onları kulluğa çağırmak) için, davetinin üstünlüğünü ortaya koymak için (onları var etti).

Sonra kullarını intikamından uzaklaştırmak ve onları toplayıp cennetine sevk etmek için ödülü, kendisine yönelik itaatin karşılığı kıldı ve cezayı, kendisine karşı gelinmesinin karşılığı kıldı.

Tanıklık ederim ki, babam Muhammed O'nun elçisidir. Onu henüz mahlûkatlar gayp âleminde gizliyken, korku veren perdelerin gerisinde koruma altındayken ve yokluk sınırının eşiğinde bulunuyorken elçi olarak göndermeden önce seçti, kendi risaleti için ayırmadan önce isimlendirdi, göndermeden önce tercih etti...

Çünkü Allah, işlerin varacakları sonu bilir. Zamanın içerdiği hadiseler O'nun bilgisinin kuşatması altındadır. Olguların konumlarına dair malumat O'nun katındadır. Allah, onu emrini tamamlamak, hükmünü yürürlüğe koymaya verdiği karar ve takdir ettiği rahmetini etkin kılmak için gönderdi. Çünkü milletlerin çeşitli dinlere bölündüklerini, ateşlere tapındıklarını, putlara kulluk sunduklarını, bildikleri hâlde Allah'ı inkâr ettiklerini gördü.

Allah, babam Muhammed (s.a.a) aracılığıyla mahlûkatın içinde bulunduğu karanlıkları aydınlattı, kalpleri kıskacına alan buhranları ortadan kaldırdı, gözlerin önündeki bulut perdelerini dağıttı. Böylece insanlara hidayeti gösterdi. Onları sapıklıktan kurtardı. Onları kör iken görür kıldı. Dosdoğru dine iletti onları. Onları doğru yola çağırdı.

Sonra Allah, şefkatinin ve kendisine özgü kılmanın, seçiminin bir göstergesi olarak onun ruhunu kabz etti. Onu tercih ettiğini, yanına almayı arzuladığını gösterdi. Muhammed (s.a.a), şu dünyanın sıkıntılarından rahat etmiştir; seçkin melekler tarafından kuşatılmış, gafur/bağışlayıcı olan Rabbin hoşnutluğu onu sarmış ve muktedir sultan ulu Allah'ın civarına yerleşmiştir. Allah'ın peygamberi, vahyinin emini, mahlûkatın içinde en hayırlısı ve en seçkini babam Muhammed'e salât olsun. Allah'ın selâmı, rahmeti ve bereketi onun üzerine olsun.

 

Sonra Hz. Fatıma (a.s) orada bulunan dinleyicilere döndü ve şöyle dedi:

 

Siz, ey Allah'ın kulları! O'nun emrinin ve yasağının muhatabısınız. Dininin ve vahyinin taşıyıcıları sizsiniz. Allah'ın kendi nefislerine emin kıldığı kimselersiniz. Allah'ın dinini diğer milletlere tebliğ etmekle yükümlüsünüz. O'ndan gelen hakkın lideri (Kur'ân) sizin içinizdedir çünkü. O, Allah'ın size sunduğu bir ahittir ve size halef olarak bıraktığı bir emanettir. O, Allah'ın konuşan kitabı, doğru söyleyen Kur'ân'ı, ışıldayan nuru ve parlak ışığıdır. Kanıtları apaçık ortadadır. Sırları açıktadır. Açık yönleri de göz kamaştırıcıdır. Ona uyanlara gıpta olunur. Ona tâbi olmak, insanı Allah'ın hoşnutluğuna götürür. Onu dinlemek, kurtuluşa vesile olur. Onun aracılığıyla Allah'ın aydınlık kanıtlarına, ayrıntılı olarak açıklanmış azimet gerektiren hükümlerine, yasaklanmış haramlarına, parlak açıklamalarına, yeterli kanıtlarına, teşvik edilen faziletlerine, bağışlanmış ruhsatlarına, yazılmış şeriatlarına ulaşılır.

Allah sizin için imanı, şirkten arınmak; namazı büyük günahlardan temizlenmek; zekâtı, nefsi temizlemek ve rızkı genişletmek; orucu, ihlâsı kalıcılaştırmak; haccı, dini ayakta tutmak ve adaleti, kalpleri uzlaştırmak aracı kıldı.

Bize (Ehli Beyt'e) itaati, din için bir düzen (halkın düzene girmesi için) farz kıldı; imametimizi tefrikadan korumak için koydu. Cihadı, İslâm'ın onur ve üstünlük göstergesi; sabrı, ilâhî ödüle kavuşmaya yardımcı; marufu emretmeyi, kötülükten sakındırmayı, halkın genelinin maslahatı icabı farz kıldı.

Anne ve babaya iyiliği, ilâhî gazaba uğramaktan korunmanın yolu; akrabalık bağlarını gözetmeyi, ömrün uzamasına ve sayının artmasına vesile kıldı. Kısası, kanların dökülmesini önlemek; adakları yerine getirmeyi, bağışlanmak; ölçü ve tartıyı eksiksiz yapmayı, haksızlığı ortadan kaldırmak için farz kıldı.

İçki içmeyi yasaklamayı, pislikten arınma aracı kılmış; (zina vb.) iftira atmaktan uzak durmayı, lânete uğramaktan korunmak için; hırsızlığı terk etmeyi iffetliliğin ve toplumda emniyeti hâkim kılmanın bir gereği olarak farz kıldı.

Allah, rablığın sırf kendisine özgü kılınmasının bir göstergesi olarak da şirk koşmayı haram kılmıştır.

"O hâlde Allah'tan gereği gibi korkup sakının. Ancak Müslüman olarak ölün."[2]

"Emrettiklerine ve yasakladıklarına uymak suretiyle Allah'a itaat edin. Çünkü ancak âlim kulları Allah'tan korkar."[3]

  

Ardından sözlerini şöyle sürdürdü:

  

Biliniz ki, ben Fatıma'yım ve babam da Muhammed'dir. Dönüp dönüp tekrar söylüyorum. Söylediklerimde yanlış bir şey yoktur. Yaptıklarımı, haksızlık olarak yapmıyorum.

"Andolsun size kendinizden öyle bir peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O; size çok düşkün, müminlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir."[4]

Eğer onun soyunu araştırıp tanırsanız, kadınlarınızın değil, benim babam olduğunu; sizin erkeklerinizin değil, benim amcamın oğlunun (Ali'nin) kardeşi olduğunu görürsünüz. Gerçekten onun soyundan olmak, onunla aynı nesepten olmak çok güzeldir.

O, risaleti açıklayarak tebliğ etmiş, insanları uyarmıştır. Müşriklerin yolundan, hayat tarzlarından ise yüz çevirmiştir. Müşriklerin belini kırmış, nefes borularını kesmiştir. Hikmetle ve güzel öğütle insanları Rabbinin yoluna davet etmiştir. Putları parçalamış, şirkin elebaşlarını yerle bir etmiştir. Nihayet birlikleri dağılmış olarak gerisin geri kaçtılar.

Derken gece sabahından ayrıldı, hak en yalın şekliyle ortaya çıktı. Dinin lideri konuşunca, şeytanın şakşakçılarının dili tutuldu. Münafıklığın hasis temsilcisi helâk ile burun buruna geldi (nifakın tacı yere düştü). Küfrün ve hak karşıtlığının düğümleri çözüldü. Karınları (oruçtan) aç, yüzleri ak toplulukla birlikte ihlâs kelimesini söylemeye başladınız.

Bundan önce siz bir ateş çukurunun tam kenarında duruyordunuz. Kolayca içilen bir yudumluk su kadar önemsiz ve aç insanın bir kerede yutacağı az bir lokma gibi değersizdiniz. Çabuk parlayıp hemen sönüveren saman alevi gibi dayanıksızdınız. Başka toplumların ayakları altında eziliyordunuz. Develerin kirlettikleri pis su birikintilerini içiyor, tabaklanmamış bir deri parçasıydı yemeğiniz. İtilip kakılan, aşağılanan pespayelerdiniz. Çevrenizdeki toplumların sizi kapıp götürmelerinden korkuyordunuz.

Bütün bunlardan ve de nice güçlü erlerin belâsına uğradıktan, Arap kurtlarına lokma olduktan ve Ehlikitab'ın azgınlarına tutsak düştükten sonra, Allah, sizi Muhammed'le (s.a.a) kurtardı. Onlar her ne zaman savaş ateşini yakmak istedilerse, Allah onu söndürdü. Ne zaman şeytan boynuzunu gösterdiyse ya da ne zaman müşriklerden bir grup ağzını açmak istediyse, kardeşini (Ali'yi) tam ortasına attı. O da onların başlarını ezmedikçe, yaktıkları fitne ateşini kılıcıyla söndürmedikçe onlardan vazgeçmezdi.

O, Allah'ın zatı için var gücünü harcar, Allah'ın emri hususunda hiçbir çabadan geri durmazdı. Resulullah'a (s.a.a) yakını, Allah'ın velilerinin önderidir.

Kollarını sıvamış, insanlara öğüt veriyordu. Çok çalışıyor, büyük emekler sarf ediyordu. Allah için bir iş yaptığında, kınayanların kınamasından korkmazdı.

Siz ise refah içinde konforlu hayatınızı sürdürüyordunuz; rahatınız yerinde, bir eliniz yağda, bir eliniz balda olmak üzere can güvenliğine sahip olmanın keyfini çıkarıyordunuz. Bu arada başımıza bir felâket gelmesini dört gözle bekliyordunuz, bizim kara haberimizin bir an önce gelmesi için sabırsızlanıyordunuz. Savaş olunca geri durur, çatışmadan kaçardınız.

Allah, Peygamber'inin (s.a.a) nebiler yurduna ve seçkinler diyarına intikalini uygun görünce, içinizdeki nifak düşmanlığı açığa çıktı, din kisvesi eskidi. O güne kadar susan hainler konuşmaya başladı, adı sanı bilinmeyen kimseler öne geçmeye, batıl ehlinin soylu develeri (önderleri) böğürmeye başladılar. Bunlar sizin meydanlarınızda itibar görür oldular.

Şeytan bir kez daha başını deliğinden çıkardı, sizlere fısıldadı. Gördü ki, onun çağrısına icabet etmeye dünden razısınız, ona kanmayı içinizden geçiriyorsunuz. Derken sizi kışkırttı. Baktı ki, çabuk tahrik oluyorsunuz. Sizi öfkelendirdi; hemen küplere bindiğinizi gördü. Böylece size ait olmayan bir deveye damganızı vurdunuz. Kendinize ait olmayan kaynağın başına kondunuz. Bütün bunlar, çok kısa bir sürede oldu; henüz yaramız tazeydi ve kabuk bağlamamıştı. Daha Peygamber'in na'şını kabre koymamıştık. 'Fitne çıkmasından korkuyoruz.' diyerek bu işleri kaşla göz arasında kotardınız.

"Haberiniz olsun! Tam fitnenin ortasına düşmüşlerdir. Gerçekten cehennem kâfirleri kuşatmıştır."[5]

Heyhat! Ne oldu size? Allah'ın kitabı elinizde olduğu hâlde nereye yöneliyorsunuz? Hâlbuki Allah'ın kitabının konularıık, hükümleri parlak, bilgileri göz kamaştırıcı, yasakları göz önünde ve emirleri apaçık ortadadır. Ama siz onu arkanıza atmışsınız. Yoksa ondan yüz mü çevirmek istiyorsunuz? Yoksa ondan başkasıyla mı hükmediyorsunuz?

"Zalimler için bu ne fena bir değişmedir!"[6]

"Kim, İslâm'dan başka bir din ararsa, bilsin ki, kendisinden asla kabul edilmeyecek ve o, ahirette ziyan edenlerden olacaktır."[7]

Sonra fitnenin oluşturduğu panik biraz yatışıncaya ve kontrol edilebilir hâle gelinceye kadar kısa bir süre beklediniz. Hemen ardından fitne ateşini harlandırdınız, alevlendirdiniz. Yoldan çıkaran şeytanın telkinlerine icabet etmeye başladınız. Şeytanın, dinin göz kamaştırıcı nurunu söndürme, seçilmiş Peygamber'in sünnetini işlevsiz hâle getirme amacına yönelik vesveselerine kapıldınız. Köpük içiyoruz diyorsunuz ama, sütü de içip bitirdiniz.[8]

Peygamber'in (s.a.a) Ehli Beyt'ine ve çocuklarına zarar vermek için türlü dolaplar çeviriyorsunuz, gizli saklı plânlar kuruyorsunuz. Yüreğe saplanan bıçak gibi, ok gibi acı veren eziyetlerinize sabrediyoruz ve siz şimdi benim, babamdan miras alma hakkımın olmadığını diyorsunuz.

Yoksa siz, cahiliye hükmünü mü istiyorsunuz? Kesin olarak inanan bir kavim için Allah'tan daha güzel hüküm veren kim olabilir?! Hâlâ bilmiyor musunuz? Evet, size gün gibi aşikârdır ki, ben onun kızıyım.

Ey Müslümanlar! Bana kalan miras zorla elimden mi alınacak?!

Ey Ebu Kuhafe'nin oğlu! Allah'ın kitabında, sen babanın mirasını alabilirsin, fakat ben alamam diye mi yazıyor? Öyleyse iğrenç bir şey yapıyorsun. Yoksa bilinçli olarak mı Allah'ın kitabını terk ettiniz, onu arkanıza attınız?

Çünkü Allah'ın kitabında: "Ve Süleyman Davud'a mirasçı oldu."[9] deniliyor. Zekeriyya Peygamber'in (a.s) oğlu Yahya'dan söz edilirken de şöyle deniyor: "Bana bir veli lütfet ki, bana ve Yakub'un soyuna mirasçı olsun."[10]

Ve yine şöyle buyurmuştur: "Allah'ın kitabında akrabaların bazıları, bazılarına (miras hususunda) daha evlâdır."[11] Yine buyurmuştur ki: "Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe, kadının payının iki misli (miras vermenizi) emreder."[12]

Yine buyurmuştur ki: "Eğer bir hayır (mal) bırakıyorsa, baba ve annesine ve yakınlarına verilmesi için adalet ve iyilik üzere vasiyet etmek takva sahipleri için bir borç olarak yazılmıştır."[13]

Ama siz, benim bir payımın olmadığını, babamın mirasını alamayacağımı, onunla benim aramızda bir akrabalık olmadığını iddia ediyorsunuz. Yoksa Allah özel olarak size bir ayet indirdi de babamın, miras ayetinin hükmünün dışında tutulmasını mı emretti?

Yoksa, her biri başka bir dine mensup iki kişi birbirlerine mirasçı olamazlar mı demek istiyorsunuz? Acaba ben ve babam aynı dinin mensupları değil miyiz? Siz Kur'ân'ın özel nitelikli hükümlerini ve genel nitelikli hükümlerini babamdan ve amcamın oğlundan (Ali'den) daha mı iyi bileceksiniz?

Fedek'i hazır süslenmiş olarak al. Ama haşredildiğin gün karşına çıkacağını bil. Allah ne iyi hakemdir! Ve Muhammed (s.a.a) ne iyi önderdir! Kıyamette buluşuruz. Kıyamet kopunca batıl ehli olanlar büyük bir hüsrana uğrayacaklardır. O zaman pişmanlık da size bir fayda sağlamayacaktır. Her haberin gerçekleştiği bir zaman vardır.

"Rezil eden azabın kime geldiğini göreceksiniz. Kimin kalıcı azaba mahkûm olduğunu da."[14]

 

Sonra ensara taraf baktı ve şöyle dedi:

 

Ey yiğitler topluluğu! Ve ey dinin yardımcıları ve İslâm'ın koruyucuları! Bana yapılanlara karşı içinde bulunduğunuz bu gaflet nedir? Uğradığım zulme karşı bu uyuşukluk da neyin nesi? Babam Resulullah (s.a.a) şöyle demiyor muydu?: "Kişinin saygınlığı çocuklarında devam eder." Ne çabuk bozuldunuz? Bu aceleniz ne? Şu anda maruz kaldığım eziyetleri savma gücünüz var oysa. İstediğimi ve istemeye devam ettiğimi geri alacak kudrete sahipsiniz.

Yoksa: "Muhammed öldü!" mü diyorsunuz? Evet, onun ölümü boşluğu doldurulmayacak, çatlağı kapatılmayacak, gediği doldurulmayacak denli büyük bir felâkettir. Onun kaybından dolayı yeryüzü karanlığa gömüldü. Güneşin, ayın yüzü tutuldu. Onun ölümüyle meydana gelen felâket yüzünden yıldızlar söndüler. Ümitler suya düştü, dağlar ürperdi; dokunulmazlıklar, mahremiyetler çiğnenir oldu. Onun ölümüyle birlikte hürmetlere riayet eden kalmadı.

Bu, Allah'a andolsun, büyük bir felâkettir. Korkunç bir musibettir. Onun gibi bir felâket görülmüş değildir, şu dünyada onun gibi bir musibet bir daha yaşanmayacaktır. Sizin evlerinizde okunan Allah'ın kitabı bunu duyurmuştu.

Bundan önce Allah tarafından gönderilen nebi ve resullerin başlarına neler geldiğini ve bu, değişmez bir hüküm ve kesin kazadan ibaret idi:

Muhammed bir elçidir. Şimdi o ölür veya öldürülürse, topuklarınız üzere gerisin geri mi döneceksiniz? Kim topukları üzere dönerse, Allah'a hiçbir zarar veremez. Allah şükredenlerin ödülünü verecektir.[15]

Ah Kıyleoğulları,[16] ah! Babamın mirası talan mı edilecek? Hem de ben sizin gözlerinizin önünde duruyorken, sesimi duyabiliyor iken? Meclislerde, toplantılarda davet edildiğiniz hâlde öylece susup bakacaksınız? Şaşkınlık, elinizikolunuzu bağlayacak mı? Gerekli sayınız ve donanımınız olduğu hâlde? Gücünüz ve araçlarınız, silâhlarınız ve kalkanlarınız olmasına rağmen size ulaşan çağrıya karşılık vermeyecek misiniz?

İmdat çağrısını duyduğunuz hâlde yardıma koşmuyorsunuz. Hâlbuki sizler yiğit ve savaşçı insanlar olarak bilinirsiniz, hayırla ve iyilikle anılırsınız. Sizler ki biz Ehli Beyt için seçilmiş seçkinlersiniz, beğenilmiş hayırlı kimselersiniz. Araplarla savaştınız, zorluklara ve ağır koşullara katlandınız. Milletlerle vuruştunuz, nice yiğitlerle savaştınız. Sizler sürekli bizimleydiniz, bizimle birlikte hareket ederdiniz. Biz emreder, sizler emrimizi hep yerine getirirdiniz.

Derken İslâm değirmeni bizim eksenimizde dönmeye, günlerin bereketi, nimet ve rızk akmaya başladı. Şirkin soluğu kesildi, iftiranın coşkusu dindi ve küfrün ateşi söndü. Kargaşa çağrısı sustu. Dinin düzeni egemen oldu.

Şu hâlde, gerçek açıklandıktan sonra neden bir kenara çekildiniz? Her şey açıklandıktan sonra neden gizlediniz? Karar verdikten sonra sözünüzden döndünüz? İmandan sonra şirke düştünüz?

Verdikleri sözü bozan, Peygamber'i yurdundan çıkarmaya kalkışan ve ilk önce size karşı savaşa başlamış olan bir kavme yazıklar olsun! Yoksa onlardan korkuyor musunuz? Eğer gerçekten müminler iseniz, bilin ki, Allah, kendisinden korkmanıza daha lâyıktır.[17]

Dikkat edin! Ben, sizin rahat ve konforlu hayata dört elle sarıldığınızı (bu rahatınızı bozmamak adına ses çıkarmadığınızı) görüyorum. Hilâfete daha lâyık olanı, ondan uzaklaştırdınız. Rahatınız ve keyfinizle baş başa kaldınız. Darlıktan kaçıp genişliğe sığındınız. Böylece daha önce içinize aldığınız şeyleri attınız. Oysa siz bu şeyleri kolaylıkla sindirmiştiniz.

Siz ve yeryüzünde bulunan herkes inkâr etse de, Allah ganidir ve övgüye lâyıktır.[18]

Haberiniz olsun! Ben, yüreğinizi kaplayan sevinci, kalplerinizi kaplayan hainliği bilerek bu sözleri söyledim.

Ama bu sözler; keder ve hüznün kapladığı nefsin galeyanı, öfkenin dışa vurması, canın iyice zayıflaması, göğsün içindekileri artık saklayamaması kabilinden sözlerdir. Önünüze somut kanıtlar koyma amacına yöneliktirler.

Varın siz onu (hilâfeti) sırtlanın; hep sırtınızda bir yara gibi kalacaktır. Zayıf karakterinizin bir göstergesi ve utanç lekeniz olacaktır. Cebbar olan Allah'ın gazabının ve ebedî rezilliğin damgası olarak alnınızda kalacaktır. Allah'ın tutuşturulmuş ve kalplere sirayet eden ateşine sürükleyecektir sizi.

(Bilin ki,) yaptıklarınız Allah'ın gözünün önündedir. "Zalimler yakında hangi inkılâpla devrileceklerini bileceklerdir."[19] Ben, sizi önünüzdeki bir azaba karşı uyaran uyarıcının kızıyım. Öyleyse yapın yapacağınızı, biz de yapacağız. Bekleyin bakalım, biz de beklemekteyiz.

 

Bu konuşmadan sonra Ebu Bekir, kafaları karıştırmaya, meseleyi çarpıtmaya başladı; pozisyonunu güçlendirmek maksadına yönelik olarak çeşitli manevralar yaptı. Dedi ki:

 

Ey Resulullah'ın kızı! Hiç şüphesiz senin baban, müminlere karşı yumuşak, cömert, şefkatli ve merhametli idi. Kâfirlere karşı elem veren bir azap ve büyük bir ceza gibiydi. Eğer babanın soyunu araştıracak olursak, elbette başka kadınların değil, senin onun kızı olduğunu; başka dostların değil, senin eşinin onun kardeşi olduğunu göreceğiz.

O, senin eşini bütün dostlarına tercih etmiş, her büyük olayda ona yardımcı olmuştu. Sizi ancak bahtiyar kimse sever ve size ancak bedbaht, mutsuz ve haktan uzak kimseler buğzeder. Çünkü siz Resulullah'ın (s.a.a) soyusunuz. Soylu seçkinlersiniz. Bize hayır üzere yol gösterdiniz. Bizi cennete giden yollara ilettiniz.

Ve sen ey bütün kadınların en hayırlısı! Ey peygamberlerin en üstününün kızı! Hiç şüphesiz söylediğin sözler doğrudur. Aklının genişliği bakımından herkesten öndesin. Senin hakkından vazgeçilmez ve doğruluğunun önüne set çekilmez. Allah'a yemin ederim ki, Resulullah'ın (s.a.a) görüşüne düşmanlık etmedim ve sadece onun izniyle hareket ettim. Bir lider halkına yalan söylemez. Ben şahitlik ediyorum -şahit olarak Allah yeter- ki Resulullah'ın (s.a.a) şöyle dediğini duydum: "Biz peygamberler topluluğu, altın, gümüş, ev ve gelir getiren mülk miras bırakmayız. Sadece kitap, hikmet, ilim ve nübüvveti miras bırakırız. Bizden geriye kalan kazanç üzerinde, yöneticinin kendi hükmüne göre tasarrufta bulunması gerekir."

Senin almaya çalıştığın atlar ve silâhlarla Müslümanlar kâfirlere karşı savaşacak, yoldan çıkan günahkârları cezalandıracaklardır. Bu hususta Müslümanlar arasında görüş birliği vardır ve ben tek başıma bu kararı almadım. Ben görüşünü zorla dayatan biri değilim. İşte benim durumum ve malım ortadadır. Hepsi senindir ve önüne serilmiştir. Hiçbir şey senden esirgenmeyecektir. Senden saklanmayacaktır.

Sen ki, babanın ümmetinin önderisin, seyyidesisin. Çocuklarının şecerei tayyibesisin (temiz ağacısın).

Senin faziletini reddetmeyiz. Senin aslın ve soyun inkâr edilemez. Benim sahip olduğum kişisel malım ile ilgili ne karar verirsen, derhal uygulanacaktır. Sence ben bu hususta babana muhalefet etmiş olabilir miyim?

 

Bunun üzerine Fatıma (a.s) şöyle dedi:

 

Suphanallah! Babam Allah'ın kitabına karşı çıkmaz ve onun hükümlerine muhalefet etmezdi. Bilakis Kur'ân'ın izinden giderdi, surelerini takip ederdi.

Yoksa siz ona yalan isnat ederek hainlikte mi birleşiyorsunuz?! Onun vefatından sonraki bu tavrınız, hayattayken başına açılan gailelere benziyor gibi. İşte Allah'ın kitabı adil bir hakemdir. Söyledikleri kesin çözüme bağlayıcı hükümdür. Diyor ki: "Bana ve Yakub soyuna mirasçı olacak..."[20] Yine diyor ki: "Süleyman Davud'a mirasçı oldu."[21] Yüce Allah, adaletli taksimatı öngören açıklamaları yapmış, feraiz ve mirasa ilişkin hükmünü yasalaştırmıştır. Bu mirasta erkeklerin ve kadınların pay almasını mubah kılmıştır. Batıl ehlinin bütün gerekçelerini ortadan kaldırmış, geçmişlerin tüm zan ve kuşkularını gidermiştir. "Hayır, nefisleriniz size kötü bir şey telkin etmiş bulunuyor. Bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin yakıştırmalarınıza karşı Allah'tan yardım istenir."[22]

 

Ebu Bekir dedi ki:

 

Allah ve Resulü doğru söylemiştir. Resulullah'ın kızı da doğru söylemektedir. Sen, hikmet madenisin, hidayet ve rahmetin kaynağı, dinin temeli, kanıtların pınarısın. Senin doğruluğunu uzak görmem ve konuşmanı da nahoş karşılamam. Şu Müslümanlar benimle senin aramızda şahit olsunlar. Yüklendiğim görevi onlar bana yüklediler. Aldığım kararı onların ittifakıyla aldım. Bu kararı alırken büyüklenmedim, zorba bir tutum takınmadım. Kimseyi etkilemeye çalışmadım. Onlar buna şahittirler.

Bu, Ebu Bekir'in, Müslümanların duygularını bastırma ve Hz. Fatıma'ya (a.s) destek olma noktasında görüşlerini çarpıtma hususunda gerçekleştirdiği ilk girişimdi. Böyle yaparken esas yöntemi, zihinleri bulandırmak ve yapıcı, iyi bir görüntü vermekti. Resulullah'ın (s.a.a) sünnetine uyduğunu göstermekti. Bunun ardından Hz. Fatıma (a.s) halka döndü ve şöyle dedi:

Batıl söylemlere hemencecik aldanan, çirkin ve zararlı fiillere derhal göz yuman Müslümanlar topluluğu! Kur'ân'ı hiç düşünmez misiniz? Yoksa kalplerin üzerine kilitler mi vurulmuş? Hayır, hayır! Kalpleriniz kirlenmiştir. Ne de kötüdür amelleriniz! Kulaklarınız ve gözleriniz iptal edilmiş âdeta. Yaptığınız tevil ne kötü! Ne biçim görüş belirtmişsiniz?! Bu nasıl istişaredir?!

Hakkı gasp edişiniz ne kötü! Allah'a yemin ederim ki, bunun ne denli ağır bir yük, ne denli taşınmaz bir vebal olduğunu göreceksiniz. Önünüzdeki perde kaldırılıp zorlukların gerisindeki hakikat ortaya çıktığı gün… Rabbiniz katında sizin için tahmin edemediğiniz şeylerle karşılaştığınız gün...

O zaman batıl ehli olanlar büyük bir hüsrana uğrayacaklardır.[23]

 

Sonra Hz. Peygamber'in (s.a.a) kabrine yöneldi ve şunları söyledi:

 

Senden sonra ne haberler var, ne musibetler!

Ağır gelmezdi; bunlara tanık olsaydın eğer.

Biz seni yitirdik, yağmuru yitiren yer gibi

Kavmin bozuldu, sen gittin gideli.

 

Her ailenin bir yakınlığı, bir menzili, değeri var

Allah katında, en aşağıdan en yakına kadar.

İçlerindeki kini bize göstermeye başladı nice adamlar

Sen gittiğin ve seni bağrına bastığı için topraklar.

 

Surat asmaya başladı, bizi küçümser oldu çok kişi bizi görünce

Tüm yeryüzü gasp edilmiş oldu sen gidince

Sen dolunaydın, aydınlatan nurdun bizce

İzzet sahibi Allah katından sana inerdi kitaplar.

 

Bize eşlik ederdi Cebrail ayetlerle

Sen gittin hayır gizlendi perdelerle

Ah! Ne olurdu, senden önce buluşsaydık ölümle!

Sen gittin, senden gelmez oldu kitaplar.[24]

 

Hz. Zehra (a.s) hakkı en açık bir şekilde ortaya koyduğu konuşmasına son verdi. Halifeden açıklama istedi ve onun plânlarını apaçık kanıtlarla ve sağlam ve parlak belgelerle çürütüp utanç verici bir duruma soktu. İslâm'ın istediği gerçek halifenin erdemlerini, olması gereken kemalatını açıkladı.

Bunun üzerine ortam gerginleşti. Genel kanaat Fatıma'nın (a.s) lehine değişti. Ebu Bekir ise köşeye sıkışmıştı, kendini çıkmaz bir sokakta görüyordu.

İbn Ebi'l-Hadid der ki:

Bir gün Bağdat'taki Batı Medresesi'nin müderrisi olan İbnu'l-Farukî'ye sordum:

– Fatıma doğru mu söylüyordu?

– Evet, dedi.

– Peki, doğru söylediği hâlde, Ebu Bekir niçin ona Fedek arazisini vermedi? dedim.

Güldü, sonra çok hoş bir cevap verdi:

– Eğer o gün Fedek'i sırf Fatıma'nın, o arazinin kendisine ait olduğunu iddia etmesinden dolayı ona verseydi, yarın da ona gelecek ve kocası adına halifelik makamını isteyecekti ve Ebu Bekir'i makamından uzaklaştırmış olacaktı. Bu noktadan sonra herhangi bir mazeret ileri sürüp karşı durmak mümkün olmazdı. Ve o, ne söylerse söylesin her iddiasında doğru kabul edilecekti. Onun ileri sürdüğü bir hususta kanıta ve tanığa gerek olmayacaktı.[25]

 

Fatıma'nın (a.s) Konuşmasına Halife'nin Gösterdiği Tepki

Meclis bir anda karıştı, gürültüden kimse kimseyi duymuyordu. İnsanlar ağlar hâlde dağılmaya başladılar. Herkesin dilinde Hz. Zehra'nın (a.s) konuşması vardı.

Neticede, Ebu Bekir tehditler savurmaya ve göz korkutmaya başladı.

Rivayet edilir ki:

Ebu Bekir, Zehra'nın (a.s) konuşmasının insanlar üzerinde bıraktığı etkiyi görünce, Ömer'e şöyle dedi:

– Ellerin bağlansın! Beni bıraksan olmaz mı? Belki böylece rüzgâr diner ve yırtık da kapanmış olur! Böylesi bizim için daha isabetli değil mi?

Ömer şu karşılığı verdi:

– Eğer ona taviz verirsen, bu otoritenin zayıflaması ve emirlerinin ciddiye alınmaması sonucunu doğurur. Ben sadece sana acıyorum.

Ebu Bekir dedi ki:

– Yazıklar olsun sana! Muhammed'in kızını ne yapacağız? Bütün insanlar onun ne istediğini ve bizim nasıl ona kalleşlik yaptığımızı biliyorlar?

Ömer dedi ki:

– Bu suyun kabarması gibi bir şeydir. Biraz sonra çekilir, eski mecrasına döner, hiç olmamış gibi olur.

Bunun üzerine Ebu Bekir elini Ömer'in omzuna vurdu ve şöyle dedi:

– Nice sıkıntıları giderdin ey Ömer!

Sonra insanları cemaat namazına çağırdı. Herkes toplandı. Ebu Bekir minbere çıktı ve şöyle dedi:

 

Ey insanlar! Şu her dedikoduya inanmak da nedir? Bu gibi arzular Resulullah (s.a.a) döneminde var mıydı? Bir şey duyan varsa söylesin. Bir şeye tanık olan varsa konuşsun. [Ama şıracının şahidi bozacı gibi bir durum var ortada.]

O, şahidi kuyruğu olan bir tilkiye benzemektedir. O ki, her fitneyi beslemekte ve şöyle demektedir: "Yaşlandıktan sonra bir daha onu (fitneyi) gençleştirin!" Zayıflardan yardım istiyorlar. Kadınların arkasına sığınıyorlar. Tıpkı Ümmü Tıhal[26] gibi, onun için ailesinin en sevimlisi azgınlıktır. Haberiniz olsun! Eğer ben istersem konuşurum. Eğer konuşursam, açık seçik söylerim. Ama bana karışılmadığı sürece de susarım.

 

Sonra ensara döndü ve şöyle dedi:

 

Ey ensar topluluğu! Sizden bazı beyinsizlerin sözlerini duydum. Herkesten daha çok siz Resulullah (s.a.a) dönemindeki gibi davranmaya lâyıksınız. Çünkü Resulullah (s.a.a) size geldi ve siz de onu barındırdınız, ona yardım ettiniz. Haberiniz olsun! Ben, içimizde bunu hak etmeyenlere elimi ve dilimi uzatacak değilim.

Ardından minberden indi.[27]

 

İbn Ebi'l-Hadid şöyle der: Bu konuşmayı Nakib Ebu Yahya Cafer b. Ebî Yahya b. Ebî Zeyd el-Basrî'ye okudum ve dedim ki:

– Burada kimi ima ediyor?

Dedi ki:

İma etmiyor, açıkça işaret ediyor.

Dedim ki:

– Eğer açıkça işaret etseydi, sana sormazdım.

Bunun üzerine güldü ve şöyle dedi:

– Ali b. Ebu Talib'i ima ediyor.

Dedim ki:

– Peki, ensar ne söylüyordu ki, böyle bir konuşma yapma gereğini duydu?

Dedi ki:

– Ali'nin sözlerini söylüyorlardı. Bu yüzden, işin aleyhlerine bozulmasından korktu ve bir daha bu sözleri tekrarlamalarını yasakladı.[28]

 

Ümmü Seleme'nin, Fatıma'nın (a.s) Hakkını Savunması

Hz. Fatıma'nın (a.s) mescitte yaptığı konuşmadan ve Ebu Bekir'in bu konuşmanın ardından söylediği sözlerden sonra, Ümmü Seleme (r.a), Fatıma'ya (a.s) yapılanları duyunca şöyle dedi:

  

Resulullah'ın (s.a.a) kızı Fatıma (a.s) gibi birisine mi bunlar söyleniyor? Allah'a yemin ederim ki, o, insanlar arasında bir cennet hurisidir. Canın nefesi gibidir. Takva sahiplerinin bağrında yetişmiştir. Meleklerin elinde büyümüştür. Tertemiz kimselerin kucağında yetişmiştir. En güzel bir şekilde gelişmiştir. En güzel terbiye üzere eğitilmiştir.

Siz, Resulullah'ın (s.a.a), onu mirasından yoksun bıraktığını ve ona bunu bildirmediğini mi iddia ediyorsunuz? Oysa yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Yakın akrabalarını uyar."

Sizce Resulullah (s.a.a) onu uyardığı hâlde, o böyle bir istekte mi bulunuyor? Oysa kadınların en hayırlısı ve gençlerin efendilerinin annesi, Meryem'in dengidir. Babasının sayesinde Rabbinin risaletleri kemale ermiştir.

Allah'a yemin ederim ki, Resulullah (s.a.a) onu sıcaktan ve soğuktan korurdu. Onun için sağ kolunu yastık ve sol kolunu da yorgan yapardı. Yavaş olun! Resulullah (s.a.a) gözünüzün önündedir. Yarın Allah'ın huzuruna döneceksiniz. Vah olsun sizlere! Yakında bileceksiniz.

Denildiğine göre, bu konuşmasından dolayı Ümmü Seleme'nin o seneki maaşı kesildi.[29]

  

Hz. Fatıma'nın, Hz. Ali'ye Şikâyette Bulunması

Hz. Zehra, topluluğa yaptığı konuşmayı tamamladıktan sonra, Resulullah'ın (s.a.a) kabrinin başında ağlamaya başladı. O kadar ağladı ki gözyaşlarından kabir ıslandı. Sonra evine çekildi.

Emirü'l-Müminin (a.s), onun dönmesini, çıkagelmesini bekliyordu. Zehra (a.s) eve gelince Emirü'l-Müminin'e (a.s) şunları söyledi:

  

Ey Ebu Talib'in oğlu! (Ana rahmindeki) cenin gibi dizlerini kucaklamışsın, töhmetliler gibi çömelip kalmışsın. Sen ki savaş meydanlarında, savaş erlerini alt ederdin, şimdi ne oldu da kanatları yolunmuş bir kuş sana ihanet etti. Şu Ebu Kuhafe'nin oğlu, babamın bağışını, oğullarımın rızkını benden zorla alıyor. Açıkça bana karşı çıktı, onu benimle konuşurken inatçı ve sert bir hasım olarak gördüm.

Ensar, bana yardımını esirgedi, muhacirler ise akrabalık bağını benim hakkımda gözetmediler. Toplum, bana reva görülen muameleye göz yumdu; ne beni savundular, ne de haksızlıklara engel oldular. Öfkeli olarak çıkmıştım evden, gururu kırılmış ve zelil olarak geri döndüm. Yoksa sen, keskinliğini yitirdiğin gün, boyun mu eğdin? Kurtları avlardın, şimdi topraklara mı yatıyorsun? Konuşmaktan geri durmadın ve batıla hiçbir zaman destek olmadın. Artık benim bir seçeneğim yok.

Keşke aşağılanmadan önce, zillete düşürülmeden ölseydim! Sen beni desteklesen de, desteklemesen de, yardımcım Allah'tır. Ah çekerim, her gün doğumunda. Dayanağım öldü. Güçsüz hâle düştüm. Şikâyetim babamadır. Derdimi Rabbime iletiyorum.

Allah'ım! Senin gücünden ve kudretinden daha şiddetlisi, senin azabın ve tepelemenden daha keskini yoktur.

 

Emirü'l-Müminin (a.s) şöyle dedi:

 

Senin ah çekmen gerekmez. Asıl ah çekmesi gereken, sana hınç duyandır. Ey seçilmişin kızı! Ve ey peygamberliğin bakiyesi! Heyecanına hâkim ol, sakin ol biraz! Ben dinimde gevşekliğe düşmediğim gibi, yapabilirliğim hususunda da yanılgıya düşmüş değilim. Eğer istediğin yeterli rızık ise, senin rızkın garanti edilmiştir. Sana kefil olan da güvenilirdir. Senin için hazırlanan, senden alınandan daha hayırlıdır. Öyleyse sadece Allah ile yetin.

 

 Bunun üzerine Fatıma (a.s): "Allah bana yeter!" dedi ve sustu.

 


[1]- Cilbab; kadının her tarafını kaplayan geniş elbise demektir.

[2]- Âl-i İmrân, 102

[3]- Fâtır, 28

[4]- Tevbe, 128

[5]- Tevbe, 49

[6]- Kehf, 50

[7]- Âl-i İmrân, 85

[8]- Orijinali "teşrebûne hasven fi irtiğa" olan bu deyim, bir şeyi görünürde sergileyen ama asıl amacı başka bir şey olan kimseler için kullanılır. [Dolayısıyla şöyle bir anlam kastedilmiş olabilir: "Beytülmali gizlice dilediğiniz şekilde harcıyorsunuz."]

[9]- Neml, 16

[10]- Meryem, 60

[11]- Enfâl, 75

[12]- Nisâ, 11

[13]- Bakara, 180

[14]- Hûd, 39

[15]- Âl-i İmrân, 144

[16]- Evs ve Hazreç kabileleri

[17]- Tevbe, 13

[18]- İbrâhîm, 8

[19]- Şuârâ, 227

[20]- Meryem, 6

[21]- Neml, 16

[22]- Yûsuf, 18

[23]- Mü'min, 78

[24]- el-İhticac, 1/253-279, Usve Yayınları

[25]- Şerh-u İbn Ebi'l-Hadid, 16/284

[26]- [O dönemdeki Arapların arasında fuhuş yapmakla bilinen kötü bir kadın.]

[27]- Delalilu'l-İmame, Taberî, s.39

[28]- Şerh-u Nehci'l-Belâğa, İbn Ebi'l-Hadid, 16/215

[29]- Delalilu'l-İmame, Taberî, s.39

Güncelleme Tarihi: 01 Aralık 2023, 08:38
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER