Münacat ve Yakarış

Münacat ve Yakarış

Münacat ve Yakarış

Allâme Muhammed Taki Caferî

 

"İnsan ve Mabud arasında cezbe ve ünsiyet oluşturan bağın adıdır yakarış."

Kendi konumunuzu kainatın büyüklüğü karşısında düşünürken aslında yalvarış ve yakarış hâlindesiniz. Çünkü tüm benliğinizi bir tablo gibi ezel ve ebet ressamına sadece bu hâlinizde teslim etmiş oluyorsunuz.

Yaşamınız boyunca bir anlıkta olsa en lirik duygula-ra kapılmak istiyorsanız kendinizi bırakın yakarışın kucaklarına.

Yaşamınızdaki tüm eylemlerinizin asalet bulmasını ve tefsir edilebilecek kadar değerli olmasını istiyorsanız, yakarışla tanışın.

Hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki bir gün:

Ben, kimim? Tüm varlığı viran olan,

Bir efsaneyim, hüsranla biten.

beytinin gölgesinde kalbi titreyecek ve gönül dünyası fırtınaya kapılacaktır.

Lermantof, tüm insanlar adına ve onların diliyle ne kadar güzel söylemiş.

Kapatmış gözlerimizi hayat kadehine dudak açıyoruz ve göz yaşlarımızı o altın kadehe akıtıyoruz.

Ama bir gün ölüm gözlerimizdeki perdeleri kaldıracak ve bizi tüm sevdiklerimizden ayrı koyacak.

İşte o zaman anlayacağız ki bu kadehte hayallerden başka hiçbir şey içmemişiz.

Er ya da geç bu toprak dünyamızdan, gökyüzünü aydınlatan yıldızlardan ve güneşten,milyonlarca yılı geride bırakmış ve hâlâ ışık saçan galaksilerden, gözlerimizi kapatarak ayrılıp toprağın gizemli kucağına gideceğiz.

Evet, er ya da geç son nefeslerimizi bahar rüzgarına yada hazan yeline teslim edeceğiz.

Gelin, gözlerimiz kapanmadan önce gördüğümüz son manzara, dudaklarımızdan dökülen son sözcükler ve ru-humuzun son anlardaki çırpınışlarını yaşamadan önce değerli ömür sermayemizi satıp ta karşılığında kalabalık ve gürültülü dünya pazarından neleri satın aldığımızı birlikte görmeğe çalışalım.

Gönül kaptırdığın her eğilim ve sevgi gizlice sen-den bir şeyler götürmektedir.

Uçsuz bucaksız bu sema ve var olan her şeyin bizi de kendileriyle uyum içinde yakarışa davet ettiğini görelim.

Bazen gözlerimizi ufuklara diktiğimizde gökyüzünün içten davetiyle ellerimizi açalım ve dudaklarımız söylesin artık:

Rabbim! Amaçlı bir dünyada amaçsızlıktan kurtar beni, beni bencillik esaretinden azat kıl.

Topraktan yıldızlara kadar her şey kulluk ile zikir eder, kıyam eder yakarır.

Bazen umutlarımız tükenir, gam ve kederlerimiz zir-veye ulaşır, nerdeyse yok edecek noktaya ulaşmışken a-niden ruhumuzun derinliklerinde bir kıvılcım çakıverir, umutsuzluk girdabından umut diyarına çıkarır ve kulaklarımıza şöyle manevi bir cümle fısıldar:

Kendine gel! Umutlarını yitirme, gaybın sırrını bilemezsin sen.

Perde arkasında nice gizli olaylar vardır gam yeme!

Kimi zaman neşe ve sevinç içinde göklerde uçarken ve mutlu yarınlarımızın hayal dehlizlerinde yürürken apansız üzerimize çullanan bir hüzün ve kederin ağırlığı altında ezilmeye başlarız, hatta bu hüznün sebebini bile bilmeyiz.

Neden böyle oluyoruz biliyor musunuz?

Bu hâllerde ruh bize haber vermeden mana âlemine sığınmış ve bir yakarış cezbesine kapılarak şöyle yalvarıyor: Allah'ım! Bu insan kendisini neşe ve sevinç heyecanlarında kaybetmenin hüznünü yaşıyor. İnayet eyle de bunu tekrar kendine getir.

"Allah'ım, Rabbim, Tanrım" gibi sözcükler ruhun de-rinliklerinde parlayan ışıklardır, oradan aydınlatır varlık âleminin karanlıklarını, öyle bir aydınlık olur ki yaratıcının merhamet ve şefkat bakışlarına mazhar olur!

Hangi ruhsal eylemlerimiz ve duygularımız yalvarış ve yakarış anındaki kadar derinleşebilir ve o tadına doyulmaz hazları yaşatabilir insana?

Aklımız, şuurumuz, hayal gücümüz, düşünme yetimiz ve evrenden daha azametli vicdanımız, yalvarış ve yakarış anında birleşip, ruh okyanusumuzu dalgalandırıyor. Bu dalgalar birlikte, peş peşe ve uyum içinde kendi benliğimizden tüm kötülükleri ve çirkinlikleri yıkayıp tertemiz kıldığı gibi ilâhî bir nurun orada parlamasına da zemin hazırlıyor.

Bu karmaşık dünyada tüm insanlar bir anlıkta olsa kendilerini garip hissetmekten kurtaramazlar. Böyle hâl-lerde kendileri bile kendilerini bu gurbetten kurtaramı-yor ve yabancı oluyorlar. İnsanı en iyi tanıyanlardan Hâfız bakın ne diyor:

Gönlüm dert ve kederle doldu, bir derman gerekir

Kalbim yalnızlıktan bıktı, usandı, bir hemdem gerekir.

Bu toprak cihanda bir adam bulamaz olduk

Bir başka cihan bir başka âdem gerekir.

Bu korkunç gurbetten ve kimsesizlik yurdundan bizi alıp dost diyarına taşıyan ve her an yanımızda olup bizi gözeten, şefkat ve sevgi eliyle okşayan yakarıştan başka bir şey olabilir mi?

Ancak yakarış hâlinde fenalığımızı, uzun ömrümüzün evrenin ömrü yanında bir saniye olduğunu anladığımız an, ebediyet diyarından bir meltemsi rüzgar kucaklar bizi ve evrenin milyonlarca yıllık uzun ömrünü, kısa ömrümüzün yanında saniyelik kılar ve ebediyete taşır bizleri.

Bildiklerimizin bilemediklerimiz yanında damlayla okyanus misali olduğunu çok iyi biliyoruz, ancak yakarış hâlinde bildiğimiz bu bir damlanın sonsuzluk okyanusuna bağlandığını da biliyoruz. Bize verdiğin bir dam-la bilgiyi, ya Rab ulaştır kendi denizlerine! Bu hâl oluşunca, ışık denizlerinde yüzüyor gibi oluruz. Bir hiç olan bir damla bilgimiz artık yaratıcının ilim okyanusuna ulaşmıştır.

Ruh kuşumuz yakarış anında ten kafesinden azat olmuş sonsuzluk semasında uçmaktadır. Sonsuzluk se-masında uçuş, bir daha ten kafesine dönmeyeceğimizin işaretidir.Bu özgür uçuş toprak âleminden gökyüzüne kurulmuş bir rasathanedir, bu manzaraya kendini kaptıran artık gözlerini alamaz olur.

Bazen gözlerimizi gökyüzünün ufkuna dikiyor, küçük gözlerimizle sınırsız gökyüzünde geziniyoruz. Bazen başlarımızı yere diker bir kum tanesine, bir ağaç yaprağına ya da ne biliyim bir damla suya bakarız. Kimi zaman dünya kuyusundan sadece ellerimizi gökyüzüne kaldırırız ya da tek bir parmağımızı, kimi zamanda bir baş işareti yada kirpiklerimizi kapatırız. Tüm bu yakarış hâllerimizde tek bir amaca yönelmiş oluyoruz.

Allah'ım! Kafes tutsağı bu küçük kuş gözlerini sana dikmiş ince kanatlarını çırparak sana doğru hareket ediyor. Sadece kafesten kurtulup gökyüzüne ulaşmak de-ğil amacım. Çünkü gökyüzü de daha büyük bir kafes de-ğil mi bu şeyda kuş için?

Sonsuzluk kucağını açıp bu kimsesizi kendine çağırmanı diliyorum.

Sana diktiğim bu muhtaç gözleri sen vermedin mi bana? Bu ince kanatları sana ulaşmak için sen vermedin mi? Kelebek denilen bu sevgi yumağı senin eserin değil mi? Binlerce eğilim ve istek doyuramıyor onu. O, sonsuzluğa aşık olmuş, sanki sonsuzlukla ezelden tanışıyor gibi ve ayrılıktan dolayı acılar içinde kıvranıyor.

Kendi aslından uzak kalan kimse

Yine aslına kavuşma gününü arar durur.

Hayatımızın tüm an ve alanlarında yakarışla yaşamak olasıdır. Çünkü dünyanın her tarafını sarmış kalın duvarlar arasından umutlara açılan bir çok pencereler vardır. Toprak dünyasından gökyüzüne kurulmuş rasathaneden her an diğer dünyaları seyretmek mümkün-dür. Ne var ki yakarış marşı sanki evrendeki mutlak sessizliği daha çok sevmektedir.

Belki de insan ruhu gecenin derinliklerindeki yakarıştan daha çok haz duymaktadır. Evet, gecelerde yalvarış ve yakarışın bir başka gizemi vardır. Belki de karanlık tüm etrafımızı sardığında o gizemli ışık daha parlak ve göz alıcı olduğundandır.

Gece olunca tüm hayallerimiz ve düşüncelerimiz tüm dayanaklarını kaybederek ruh aynamızdan kayboluyor ve bilinç altlarımız harekete geçip tertemiz ve özgün hâliyle ruhumuzdan yansımaya başlıyor.

Karanlığın ardından ufukta beliren gece mavisi beklide karanlığın ötesindeki nitelik ve nicelik sıfatlarından azat olmuş sabahın aydınlığını müjdeleyen simgedir.

İnsan oğlunun varoluş tarihinden günümüze kadar nice yakarışlar toprak zeminden semaya yükselmiştir. Nice zamanlar denizlerin fırtınasına tutulmuş gemiler ve teknelerin kaptanlarını aciz kalarak her şeyden kopmuş gönüllerini denizlerin dalgalarına teslim ediyorlar. Her şeyi unutuyorlar yaratıcıdan başka, işte o anlarında yakarışın sıcak kucağına bırakıyorlar kendilerini "Ey Rabbim" diyerek bir anda yerle gök arasını birleştiriyorlar. Bazen kurtuluş sahiline ulaşmanın sevincini yaşarlar. Bazen ölümün soğuk nefesini enselerinde hissettikleri hâlde yalvarış ve yakarışın sıcak sözcüklerini sahilde bekleyenlerine ulaşsın diye dalgalara emanet ediyorlar. Dalgalar da onların veda yakarışlarını sahile ulaştırıyor ve bekleyenlerin kadere rıza gösteren acı feryatlarla karışık yakarışlarını bir nesim ile sahile varamayanların yoluna armağan götürüyor.

Issız çöllerde yolunu kaybedip uçsuz bucaksız gökyüzü ve semanın göğsüne serpilmiş bulutlardan başka bir şey görmeyince bu çöl yolcusu, yine onun ıstırap ve umutsuzluğunu vatan visaline çeviren umut kaynağı, yakarıştan başka bir şey olabilir mi?

Hastalık pençesine tutulmuş, tabip ve ilaçtan umut kesmiş, ağrılar içinde kıvranan hastanın sağlığına tekrar kavuşmak için umut dolu gözler ve gönülle yakarışın tatlı dünyasına kendilerini bırakarak ilâhî bir ışığın ve şifanın beklenmesi sırasında "ah Allah'ım" sözleriyle başlayan bahar mevsimi, o solmuş gülü nasılda tekrar yeniden yeşertiyor ve canlandırıyor.Aşağıda ki beyit onların lisan-i hâlini ne de güzel anlatıyor:

Saki şahidimse, severek zehir içerim

Derde dert demem, dermanım sevgiliyse.

Hasta yatağında ölümle pençeleşen ve sevdiklerinin yüzüne yalvarış ve hasretle bakan bir hastanın yakınları onun başucunda toplanıp hazan vurmuş hastalarının solgun ve sararmış yüzüne bakıp döktükleri gözyaşlarına karışan "Ey hayat ve mematı yaratan!…" diye başlayan sözleri yaratıcının meşiyet ve isteklerine teslim olmakla birlikte bir yakarışın ifadesi değil midir?

İnsan ve evreni tanımaya özen gösteren düşünürler ve dahiler acziyet noktasına ulaştıklarında, "Allah'ım" sen bunca kainatı boşuna yaratmadın.

"Onlar, ayakta dururken, otururken, yanları üzerine yatarken (her vakit) Allah'ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında derin derin düşünürler (ve şöyle derler:) Rabbimiz! Sen bunu boşuna yaratmadın. Seni tesbih ederiz. Bizi cehennem azabından koru!" (Âl-i İmrân, 191) demekten başka söz bulamıyorlar.

Bir başka kesim vardır ki sadece maddi gereksinimlerinin karşılanması için yaratıcıya yalvarmazlar, aynı zamanda varlık âleminde kendi konumlarını tanımak için yaratıcıya yönelir ve yüce dergahında yakarışa koyulurlar.

Bunlar yakarışın en güzel manasını keşfetmiş ve bu cazibe merkezine yönelmiş insanlardır.

Bir başka kesimin ise tüm varlıkları, düşünce ve ha-yalleri, teori ve eylemleri, istek ve arzuları yakarışın ta kendisidir. Bu cezbe hâinden gönüllerinde oluşan huzur ve sevinç maddî gereksinimlerini gölgede bırakmıştır. Onların hayat felsefesi:

Mutluyum ben bu dünyada çünkü dünya mutludur O'ndan.

Âşığım bütün dünyaya; çünkü bütün dünya O'n-dandır.

beytinde özetlenmiştir.

Bunlar yalvarış ve yakarışı nedensellik ilkesinden kaçış görmez, aksine evrene egemen olan düzen ve yasaların ayniyeti içinde düşünürler.

Onlar yaratıcının evrende oluşturduğu düzen ve ver-diği yasaları çalışma ve çaba göstererek ilerlemenin sem-bolü olarak görür ve hayatları boyunca maddi ve manevi yaşamsal ihtiyaçlarını karşılamak için çaba içerisine girerler. Onların hayat marşı şudur:

Biz dalgayız, huzurumuz yokluğumuzdur

Biz durmamak için diriyiz.

Onların dualarının içeriği: "İnsan, ancak çaba harcadığı şeye ulaşır ve daha sonra da çabasının karşılığını görecektir."

"Bilsin ki insan için kendi çalışmasından başka bir şey yoktur." (Necm / 39 ) ayetiyle tam bir uyum içindedir.

Onlar kendi varlıklarıyla baş başa kaldıklarında bile ister anatomik yapılarında isterse ruhsal oluşumlarında yatışmaz bir hareketin ve koşuşturmanın varlığını açıkça görebiliyorlar aynı zamanda hayatta en önemli ve de-ğerli şeyin çalışmak ve hareket olduğu sonucuna varıyorlar.

Bu yüceliğe ulaşanlar üç önemli hedefi gözetmektedirler.

1- Yaşamaya başladığı bu dünyada maddi ve manevi tekamüle ulaşmak için bir çoklarının hesaba katmadığı nedenleri tanımaya çalışır ve bu vesile ile tekamül yolunda gerekenleri daha fazla uygulamayı ve engelleri kaldırmayı hedeflemektedirler. Ulaşamadığı ve bulamadığı nedenler olabileceğinde ise yaratıcının irade ve me-şiyetine tam teslim olmayı ondan dilemektedirler. Böylece yaşamları boyunca hissedilecek boşluklardan kurtulmuş olurlar.

2- Tabiat ötesinden (metafizik) yardım almak ve o güçten en iyi şekilde yararlanmak (gaybî yardımlar).

3- Sonsuz küçük olan ile sonsuz ve sınırsız büyük olanın arasında bağ kurarak, içsel ve dışsal yaşamı, mana ve madde âlemini uyumlu hâle getirmek ve böylece insanlığın en yüce hedefine ulaşmak…

Yakarış ve yalvarış olmadan da mutlu bir yaşam sü-rebileceğimizi söyleyebilirsiniz. Katılıyorum buna ama bir gerçeği de unutmamayı tavsiye ederim. Uyuşturucu bağımlıları, uyuşturucu maddeyi aldıklarında çok mutlu bir dünyada hissederler kendilerini tüm hüzün ve streslerden uzaklaşıp masmavi gökyüzünde uçtuklarını zannederler.

Savaşı kazanacak silâhlara sahip işgalciler de zafer kazandıkları için ve başka hemcinslerini tüm insani değerleri çiğneyerek köleleştirdiklerinde son derece neşeli ve mutlu hissederler kendilerini. Mutluluktan maksat bu ise ne de alçakça bir hedef!

Yerkürede insan yaşamalıysa kendiliğinden hiçbir ahenk oluşturamayacak bir müzik enstrümanı gibi yaşamamalı, başkalarının onu yönlendirmesi değil de, onun yönetici olabilme özelliği kazanması gerekir.

İnsan şahsiyet sahibi olmalıysa kendisine bir hedef ve ideal belirlemeli. Aşağıda belirteceğimiz yaşam ideali ve ideal yaşamın makul tanımıysa kuşkusuz yaratıcıya yalvarış ve yakarış bu tanımın en önemli unsuru olacaktır.

Güncelleme Tarihi: 24 Haziran 2023, 21:18
YORUM EKLE
SIRADAKİ HABER